30 Eylül 2024 Pazartesi

Son "Eylül" Akşamı,

Son "Eylül" akşamı,
Bu bir "Eylül" yazısıdır. Yayınladığımda tarih "1 Ekim" i gösterse de inanmayın sakın. Zira yazmaya başladığım saat 23.28, son demdir bu yazı, Eylül 'ün son demi. 
Eylül geldiğinde hissettiğim neşe ile doğru orantılı Eylül'ün gidişine hissettim burukluk.. 
Aslında bir şeyleri uçta yaşadığımda zıttı ile var olacağını biliyorum. Tüm hislerin, duyguların, olayların... Pozitifliğini hissettiğin bir şeyin aynı oranla negatif yanı olacağını duymuştum. Kendimce bir süzgeçten geçirdikten sonra inanmıştım bu duruma. Eylül'ü çok severim, en sevdiğimdir. 11 ay bir yana Eylül bir yanadır benim için. Gelişi ile mutlu olduğum kadar gidişi ile de üzülürüm...
Bu Eylül 3-5 gün sürmüş gibi.. 
Hissedemeden Eylül'ü , essiz sedasız geçip gitmiş gibi...
"1 Eylül yarın" diye mutlu oluşumu hatırlıyorum. 
Ama sanki dündü.. 
Kısacık hissettiğim Eylül gitmeye niyetlendiğinde çöktü bir burukluk yüreğime. 1 hafta- 10 gündür de gitmedi. Eylül gidiyor ama yüreğimdeki bulutlar gitmiyor. 
Bulutlu bir havada,
"Yağmak için yağmuru mu bekliyorum acaba?.." diye geçirmiştim içimden. Yağmur da yağmadı, ben de.. 

Bu ara sürekli "Neyin var? , Bir şey mi oldu? , İyi misin sen? , Canın neden sıkkın? .." gibi sorular yöneltiliyor bana.
"İyiyim, bir şeyim yok." Deyince de halime üzülüyorlarmışcasına bir ifade beliriyor yüzlerinde.. 
Ama tüm içtenlikle söylüyorum ki, gerçekten bir şeyim yok. En azından idrak edebildiğim bir durum söz konusu değil. Kimseyle bir kavgam yok, kırgınlığım, kızgınlığım.. yok. 
Kendimle bile yok. Sadece .. Bilmiyorum. 
Duyguları uçta yaşamaktansa duyguları anlamlandırmak çok daha sağlıklı bir durummuş. Yani şunu demek istiyorum, birine kızgınken ona daha çok kızmak yerine şuan çok kızgın olsan da bir süre sonra bunun şiddetinin azalacağını bilerek ne hissettiğini kendine söylemek kızgınlığının başka yanlış şeyler yapmana vesile olmasının önüne geçebilirmiş. Haklı buldum bu durumu da..

Ben sanırım bu ara herkesi haklı buluyorum..
Haklısınız, haklısınızdır, muhakkak haklısınızdır ama hep haklısınızdır...
Ah..
Nasıl yorgun yüreğim.
Nasıl karşı koyamıyor size, kimseye..
Öyle miymiş? 
Öyledir.. 

"Sevgim acıyor 
Kimi sevsem 
Kim beni sevse 

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle.."
..
Eylül de gider Ekim de..
Giderler yani, 
Doğalarında var.
Gelmek de- gitmekle var oluyor..
Herkes gider.
Cem abiye de öyle söyleyin!
"Herkes gider diyin!"

Lakin biri de bana söylesin 
Ne zaman gelirler?
Umutlar, sevinçler, içten kahkahalar.. 
Gelmeyeceklerse bari Yağmur'un ne zaman geleceğini söyleseler?..
Yağmurun yağması iyidir.
Derler ya hani "hava karardı da karardı, yağsa rahatlayacak"
Çok bulutlandım,
Bir yağsam, yağabilsem 
Rahatlayacağım belki.

"Eylül" diyorum, gitti..
"Yağmur" ne zaman gelir?
..

26 Eylül 2024 Perşembe

Çünkü tek şansımız, YAŞAMAK..



(Gitmek için yanıp tutuşurken bir yanım... 
Diğer yanım neden böyle..
Neden böylesine sancılı gitmek?
Sanki içimde bir buhran büyüdükçe büyüyor..
Bir ben vardı bende. Gözlerinin içi gülen. Dün gece oturduk da bir kaç kadeh bir şey içtik. “Nerelerdeydin ya sen?” dedim.
“Derinlerdeydim..” dedi.
“Ne çok özlemişim seni.”dedim.
Birbirimize şefkatle gülümsedik.Şimdi de oturduk valiz hazırlıyoruz..
Bir ben vardı benim içimde, aldım yanıma.
Hüzünlerim vardı, koydum valizime.
Sancılarım, 
Ağlamalarım,
Buhranlarım, 
Heveslerim,
Umutlarım,
Heyecanım,
Vurdumduymaz kahkahalarım,
Hunharca mutluluklarım..
Koydum valizime...
...
Kıyıda köşede ne varsa bana dair hepsini koydum valizime. Sadece 21 yaşıma dair de değil. Ne varsa 21 yaşıma kadar. Sadece iyi olanları almadım. Acı tatlı her şeyi koydum valizime. İnanıyorum ki acılarımızı da sevinçlerimizi de sahiplenmeliyiz.. Çünkü hepsi biziz, hepsi bize dair şeyler..
Valizi kapatmaya gelince sıra nasıl da zordu. Ama bir ben vardı benim içimde. Her zaman bana yardım eden. Kapattık birlikte güzelce valizi. “Vakit tamam” dedim. “Ee hadi o zaman” dedi..
Çıktık yola. Gidiyoruz..
Sait Faik in de dediği gibi
“Götürüyorum..
Havadaki bulutu
Kovama doldurdum.
Götürüyorum...”
Bana ait ne kadar şey varsa koydum valizime.
Götürüyorum, gidiyorum..
Şarkılarda da hep bir haklılık hakim.
Kulaklığımdan yükselen sesler diyor ki,
“Tek şansım yaşamak
En sonunda bu iş olacak”
Öyle işte..
Tek şansım yaşamak. İçimdeki beni görmezden gelmeden, kucak açarak ona..
Çünkü yaşanacak bir hayat var.
Çünkü tek şansımız, YAŞAMAK..)

Tuhaf.. 
2023 de tam bir sene önce yazmışım bu yazıyı ve çok daha fazla bir hüzün hissetmiştim 2024 de ama o zaman bir şey yazdım mı ne yazdım hatırlamıyorum. Sadece hissettiğim hüznü, burukluğu ve gözyaşını hatırlıyorum.. 

Genel olarak kısa sürede insanlara alışmadığım - bağ kurmadığım söyleniyor bana. Aynı kişiler tarafından tekrar tekrar söyleniyor. Yani bu demek oluyor ki onların yanılma durumu da yüksek bir ihtimal. Ama bana bir cümle kurulduğu zaman zihnimden bunu çıkarttığımda günlük akışta kaldığımda da zihnimde ve kalbimde söylenilen sorgulanıyor ve olaya bir neden bulmadan arkaya ittiremiyorum, sürekli aklıma geliyor. Bu da bir süredir aklımı kurcalıyor. Çok fazla alışmayan, bağ kurmayan biri miyim? Sevdiğim bir arkadaşım bunu duysa "saçmalama  sen her şey ile bağ kuruyorsun, sürekli duygusal bakıyorsun" der dalga geçerdi, kızardı da alttan alta. Ama bir diğer sevdiğim kişi " sen insanlara çabuk alışmıyorsun - bağ kurmuyorsun, ben öyle değilim hiç, hemen alışırım, senin yapın bu herhalde, üniversiteye geldiğinde de Çandarlı'yı özlemiyor gibiydin, hemen alıştın, mutluydun-heyecanlıydın-neşeliydin, üzülmemiştin, mesela birlikte kaldıktan sonra ben eve gidince tuhaf hissediyorum-özlüyorum söylüyorum da özledim diye sen özlemiyorsun pek.. karakterin bu herhalde.." diye söylüyor bir süredir. Tabi benim içimde hissettiklerimi pek düşünen bir insan da değil sanırım. Sürekli olarak sadece halime ve hareketlerime bakarak yorum yapıyor, yüreğime bakmıyor hiç.. 

Şunu söyleyebilirim ki normalde sağ beynimi kullanan biriyimdir ama bunda sanki sağ beyinim ile hareket ediyorum. Benim için neyin iyi olacağını düşünüp bununla mutlu olmak istiyorum ya da sadece üzülmek istemiyorum.. Evet arkadaşlarımı çok sevebilirim ama onlardan ayrıldıktan sonra ayrıldık ya yı düşünmek yerine onları ne kadar sevdiğimi fark etmeyi ve daha çok sevmeyi tercih ediyorum. Daha cazip geliyor bana üzülmektense sevgiye odaklanmak. Ağlamaktansa gülümsemek.. 
Üniversite hayatım için önemliydi, yapabilmiş olmanın mutluluğunu ve geride kalmış yanım'ın hüznü vardı içimde ama güzel olana odaklandım. Bakın yukarıdaki yazı Üniversite 2. sınıfın başlangıcında yazılmış yani 1 sene zaten evden uzakta kalmışım ama buna rağmen içimde acı bir burukluk var. Ama biraz daha derine inersem ki aslında inmesem daha iyi çünkü o derinlerde acılar var ama yine de bir kenara çekebilmek için bu düşünceyi zihnim ve kalbim ortak bir karara vararak kabullenmesi gerek.

Bugün işe gelirken bir anda ortak karar aldılar neden güzel şeye odaklanıp üzülmediğim konusunda. 
Bundan yıllar yıllar öncesi tahmini 1.-2. sınıfa giderken yani ortalama 7-8 yaşlarında iken Şubat tatilinde anneannemin-annemin yanına giderdim. 1hafta orda kalmama rağmen oraya çok çok fazla alışırdım, şuan bunu yazarken bile hissedebiliyorum o zaman hissettiğim mutsuzluğu, içimden gelen sonsuz ağlama isteğini.. Annemi yılda görebildiğim süre max. 2 gün olurdu ve o 2 güne 1 yılı sığdırmaya çalışırdım. Olmazdı tabi ki sığmazdı, sığamazdı.. Sığdıramıyor oluşumun başarısızlığı, hüznü, mutsuzluğu dolardı yüreğime, gözyaşlarıma.. Sayısını unuttuğum kadar çok kez İzmir yolu boyunca ağladığım günler var benim. Bunu hep kendime haksızlık olarak gördüm. Kendime engel olamıyorum diye kızardım, çok kızardım..

Sonra güzel şeylere odaklandım. Annem ile ilgili kısımda değil elbette orda güzel bir şey yok. Ama diğer insanlarla ilgili de aynı durumu hissettiğimde güzel şeylere odaklandım. Güzel bir günün ardından eve giderken eve gitmek istemeyen, sevdiğim insanlardan ayrılmak istemeyen yanıma dedim ki; nasıl güzel bir gündü, nasıl güzel zaman geçiriyoruz, bundan keyif alıyoruz, nasıl çok seviyorum ben onları.. Bunlara odaklanmaya başladım. Güzel şeylere odaklanmak olumsuz yanları yok etmiyordu ama bir tık da olsa iyi hissettirebiliyordu. Sonra olumsuz şeylerde de bunu yapmaya başladım. Beni üzen şeylerde, yoran şeylerde, kötü hissettiren durumlarda.. 
Bunu yapmayı bu şekilde öğrendim işte..

Şimdi diyebilir misiniz ki "bu senin yapın herhalde" "bu senin karakterin" bu benimle ilgili bir şey değil bu hayatın bana öğrettiği bir şey.. Bazen kendimizi korumak için, daha iyi hissetmek için yollar buluyoruz kendimize. Sanıyorum ki bu da benim yöntemim. 

Ve hala geçen sene yazdığım şeye inanıyorum. "Tek şansımız, YAŞAMAK" ..
Hepimizin önünde birer hayat var ve asla bu günü bir kere daha yaşayamayız. 26 Eylül 2024 ü bir kere daha yaşamayacağız, yaşayamayacağız.. Bu yüzden tüm içtenlikle söylüyorum ki, yaşamalıyız. 
Bazen olmuyor biliyorum. Gerçekten biliyorum. Ama çabalıyoruz, Çabalayacağız..

Ve biz "YAŞAYACAĞIZ!" çünkü; 
                           
Çünkü tek şansımız, "YAŞAMAK" 

















22 Eylül 2024 Pazar

Doğruluk mu? Cesaret mi? ; Bence "Özgürlük"

 

Tatilde içmek için alınan kahvelerden kalanı 3-5 paket kahveyi sorgusuz ben atmıştım çantama. Çünkü kahve, sek kahve kırmızı çizgimdi.. Ender de olsa sütlü içerdim fakat hiç sevmezdim içinde şurup ve şeker barındıranları. Kahvenin aslında ne olduğunu bilmediklerine inanırım sadece şuruplu kahve içen insanların. Kahvede şekeri biraz tolere edebilirim lakin çayın şekerli içilmesine karşıyım, sıcak su içmekten farksız kanımca.. 

Kahveleri aldım elime 3'ü bir arada yı Ezgi'nin çantasına attım sonra sek olanını da bölüştürdüm ikimize. Şimdi çantamdan çıkardım da kahveleri kıyamadım yapmaya (her şeyi duygusallaştıran yanımın varlığından haberdarım ama bu beni o kadar da rahatsız etmiyor) Kahve kokusu sarsın da istedim evi bir yandan, gittim ve filtre kahve yaptım. koku hafiften sardı ortalığı. Bu sevdiğim bir şey, üstelik gece yarısına doğru ilerliyor ise zaman ve yazmak geçiyorsa içimden..

21 Eylül de fotoğrafı çekildikten hemen sonra oluşmuştu bu başlık aklımda. Dün 2 günlük tatilin 2. gecesi idi. Gece dışarı çıkarız diye düşünmüştük sonra değiştirdik fikrimizi dedik çıkıp dolaşalım, güneşi batıralım, eve dönüp film izleyelim, tekila içelim.. :) Planlananın dışına çıkmanın da zevkli olduğunu gördüm. Çıktık, dolaştık, fotoğraf çektim, kahve içtik, sevimli kişilerle tanıştık, liseden bahsettim üni. arkadaşlarıma, eve geldik yemek yedik, "In Time" ı izledik, üzerine konuştuk nasıl olurdu acaba diye düşündük, film bitince dedik oyun oynayalım, "doğruluk mu? cesaret mi?" 23:30 du oyuna başladığımızda 04:00 du uyuduğumuzda, soruları biz hazırlamadık uygulama üzerinden oynadık bu yüzden olay biraz özelleşti, tek seçenek vardı bizim oyunumuzda, doğruluk seçildi istisnasız hepsinde ya soruya cevap verilecekti ya da önündeki tekilla bardağını dikecektin kafaya:D, başlangıç çok hızlı ilerledi, zorlanacağımız tüm sorlardan tekillaya sığındık sonra baktık ki vücut ısımız iyice yükseliyo durduk ve elimizden geldiğince cevap vermeye başladık, tekila şişesinin ortasına çok hızlı gelindi ama şişe saat 02:00-02:30 gibi bitti :) , hele son bardaklar o kadar çok dayandı ki.. , normalde olsa çok takılmaz içerdim ama oyundu ya içmek kaybetmek demekti(normalde bir kazanç oysa:) )  ortalık biraz özelleşti, biraz çirkinleşti,biraz neşelendi,biraz hüzünleşti.. Her şey oldu biraz :) İlk oyunumdu ama acayip keyifliydi bir sonraki oyun için fazlaca tekila lazım kanısına vardım :) 

Bugün eve dönünce üstelik yarın iş olduğu gibi de bir gerçek olunca büyüdüğümü hissettim. Lakin güzel bir noktasındayım hayatın, yaşımın. Artık yapmalıyım isteklerimi ve yapıyorum da. Minik adımlarla başlıyorum ilerlemeye. Belki emekliyorum bile diyebiliriz ama her ilerleme, ilerlemedir işte.. 

Trene bindiğimde yanıma aldığım kitabı okumaya koyuldum. Kitabın ismi "Kara Kışın Gün Işığı" bu kitabı bir ders çıkışı Alsancak ta çok sevdiğim bir kitabevinde oturup kahve içerken görmüştüm. Kapağı dikkatimi çekmişti almış bulunmuştum öyle bir anda. Bugün kitabı elime alınca daha manidar bir anısı oldu bende. Benim kara kışıma artık biraz biraz gün ışığı vuruyordu. Şükürler olsun ki aydınlanıyordum artık yavaş yavaş. Dedim ya yavaş yavaş oluyor her şey. Bugünden yarına varılmıyor o düşlediğimiz yerlere fakat düşlemeyi bırakmıyor, elbet varıyoruz o yerlere. Benim de yeni düşler kurma vaktim artık. :) Yavaş yavaş yapmalı. İlerlemeli yol almalı. Daha önce kurulmuş yapılmamış hayaller var ise bakılmalı duruma. Yola nerden devam edip ulaşabiliriz o düşlere diye..

"Sözleriniz diyorum; ya paha biçilmez bir ihtimalin kavşağına veyahut karanlık bir keder çukuruna kavuşturacaktı beni o vakitten sonra. Farkında mıydınız?"

diyor kitapta. Katılıyorum ben de içtenlikle. Sözleriniz, sözlerim ya dip kuyulara indiriyor ya da umutlandırıp göklere uçuruyor. Bu yüzden ki dikkat etmeliyim,etmeliyiz.. 

Ama istiyorum ki çıkalım artık şu karanlıklardan. Gün ışığı artık bizim yüreklerimize de vursun. Paylaşalım umudu,mutluluğu,sevinci.. Ne var ise iyiliğe dair güzel bölüşelim, çikolatalı bisküvi bölüşür gibi(Çikolatalı bisküvi severim) , kahve içecekken sorarız ya hani yanımızdakine içer misin diye severiz ya sevdiğimiz şeyleri sevdiğimiz insanlarla yapmayı.. Sevdiğimiz insanlara da yayalım ışığımızı..

Özgürleşelim ama özgürleştirelim de...

Doğruluk mu? Cesaret mi?

. . .                                                                                                                                                      

Bence "ÖZGÜRLÜK" 


Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451

"Düşlerin olmadan her yer uzaktır." demiş hiç tanımadığım biri, çok iyi tanıdığım ve çok sevdiğim biri de "Okudukça düşlerine...