17 Ağustos 2025 Pazar

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk 

Güneşin doğumuna eşlik ettiğim bir günde yazayım istedim bu yazıyı. Bu yüzden kitabı  dün bırakmama rağmen yazmak için bekledim. Çünkü kitabım da bekleyecek sahibine ulaşmak için :) üstelik ne kadar sürecek bu bekleyiş bilmiyorum. Bir gün birinin gelip onu seçmesini bekleyecek. Bir gün birinin ona denk gelmesini bekleyecek. 
1 gün, 1 ay, 1 yıl.. belirsiz.

Saat 5.45 hava aydınlanmak için güneşi bekliyor, çaba sarf ediyor aydınlatmak adına. Ben ise nasıl hissettiğimi pek de bilmediğim bir şekilde uyandım. Ama uyandım. Yani bu demek ki ben de çaba sarf ediyorum. Evde herkes uyuyor, herkes uyurken uyanık olmayı seviyorum. Çok seviyorum. Biraz yatağın içinde dönüp duruyorum ve sonra uyku tekrar sarıyor bedenimi ve uyuyum. 

İçeriden sesler gelirken derin uykumdan uyandım. Hamburger hayali kuruluyordu sabahın 8 inde içeride. Restoranın kapalı olduğunu farkettiklerinde üzüldüler. Sabah sabah istedikleri şey gülümsetti. Yollara düşmeli bir sabah olacaktı benim için. Kahvaltıya zamanım yoktu. 
Kalktım ve düştüm yollara.. 

"Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk" 
Temmuz ayının kitabı olacaktı aslında ama olduramadım. O yüzden bu aya sarktı. Ama bunu Eylül ayına 2 kitap olacak şekilde telafi edeceğim. Çünkü Eylül'ü severim. Çok çok severim. Bir pozitif ayrımcılık yapacaksam bu tartışmasız Eylül'e olurdu. :). 

Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk kitabı ile yolum nerde kesişti hiç bilmiyorum. Düşündüm de hatırlayamadım bir türlü. Kitaplığımda varlığından çok mutlu olduğum bir kitap diye kalmış sadece zihnimde. 
Temmuz fazla bisiklet barındırıyor benim hayatımda bu yüzden Temmuz'un sonunda karar verdim kitabın bu olacağına. 3 kitaptan oluşan setini kendime, 1. Kitabını da hediye etmek üzere birine aldım. Sınav için Bornova ya gelmem gereken günde attım çantama ani bir kararla. Sonra bir anda Velespit kitapevine gitmeye karar verdim. Velespit kitapevi yaklaşık 1 yıldır gitmek istediğim lakin yolumun bir türlü düşmediği bir kitapçı. Sınavım bitmiş Ege Üniversitesi içinde otururken bir anda gitmek istedim ve düştüm yola. Trenden inip de kitapçıya doğru atarken adımlarımı bir yandan da bir kahveci arıyordu gözüm. Tam kitapçıya varmaya 20 adım falan kalmışken köşede bir kahve dükkanı gördüm. Girdim hemen bir kahve içtim, çantama bir anda attığım kitabı çıkardım içine notumu yazdım ve dedim ki kitapçıya bırakayım. Çok uygun bir yer gibi geldi Velespit Kitap yeni sahibini bir heyecanla bekleyen "Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk" kitabına. Kitapçı arada kalmıştı ilk gidişim olduğundan zorlandım biraz bulmakta ama biraz çabayla buldum. İçeri girdim, biraz dolaştım, ellerimi kitapların üzerinde dolaştırdım, kendime kitaplar seçtim, sonra kitapçının sahibi diye düşündüğüm çocuğun yanına gittim. "Siz mi işletiyorsunuz burayı" dedim "Evet" dedi. "İsminin özel bir anlamı var mı?" Dedim. Bisikletleri çok sevdiğini onda ayrı bir yeri olduğunu söyledi. Anneaanesi de bisikletlere hep Velespit dermiş ismi de burdan geliyormuş. Küçük sohbetten sonra "Her Ay'a Bir Kitap" ı kısacık anlatım bu ay seçtiğim kitabın orası ile çok bağdaştığını bu yüzden de oraya bırakıp bırakamayacağımı sordum. Kitabı Çocuk kitaplarının oraya koyabileceğini söyleyerek kabul etti isteğimi. 
Bisikletler, yollar üzerine kitap önerip öneremeyeceğini sordum biraz durdu "düşünmem gerek sanırım bunu biraz" dedi. Ben birkaç fotoğraf çekerken düşündü sonra bir süre ortadan kayboldu elinde 2 kitap ile geri geldi. "Bunlar olabilir diye düşündüm" dedi. Gülümsedim kitapları elime alınca. Biri "Bisiklet Mucizesi" diğeri ise "Beyaz Kalp" isimli 2 kitaptı ellerimde duran.
 "Tamam o zaman bunları alıyorum" dedim yanında birkaç kitap ve defter ile birlikte. 
Kitabımı bıraktım, kitaplarımı aldım, avare avare tren garının yolunu tuttum. Trende ineceğim durağa geldiğimi farketmediğim için gereksizce fazla yol gidip geri döndüm.
Yollar korkutmuyordu ne de olsa gözümü. Aksine seviniyordum yollarda geçirdiğim zamana.. 

Yolları bu kadar seven biri olarak bir yere zincirlenmiş olmanın ağırlığını size anlatamam. Ki zaten geceden hatırlarsınız, kuracak cümleler bulmakta zorlandığımı bu yüzden yeltenmeyeceğim anlatmaya. 
Kitapta bir karşı koyuş hikayesi çok güzel anlatılmış zaten. Bir çocuk hayalleri uğruna tüm gücünü toplamış ve çıkmış yollara. Çıkabilmiş
..
Demiş ki "Ben dünyayı Bisikletle dolaşacağım!" Bu cümlenin gücünü hissedebiliyor musunuz? Anlıyor musunuz? 
Ben hissediyor ve anlıyorum.. 

"Hiç denememektense elinden gelenin en iyisini yapıp başarısız olmak daha iyiydi" denmiş kitapta,
Katılıyorum..
Gözlerimi çevirip göğe elimdeki zincirleri düşünsem de,
Ve bazen yorulsam da hep çabalıyor olmaktan, yine de katılıyorum.
Çünkü
Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk olamadım belki ama 
Bunu düşleyen bir çocuk oldum.. 

Kitabın içine yazdığım notu şöyle bitirmiştim, 
"Hayallere, umutlara, kitaplara, yollara, bisikletlere..
Ve sana, sevgiler. :)" 
Ve şimdi bu nota sizi de ekliyorum. :)
Sevgiler.

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Tatsız Menemen,

Tatsız Menemen,

Ali Lidar şiirinde "otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime, anne dedim çay koy da içelim" diyor ya hani ben de otoban dolusu gürültüyü sığdırdım gece boyu zihnime ve ders çalışmaya çabaladım. 

Sabah 5.45 sularında uyuduğum uykumdan sabah 8 sularında kendiliğimden uyandım. Normal şartlarda aile evinde kendiliğimden uyanmam pek. Uyandırılırım bir şekil. Ama gece o kadar çok gelinmişti ki üstüme, sabah uyandırılamamıştı. Uyandığımda içerden sesler geliyordu. Belli ki uyanılmış. Sabaha kadar içimin üşümesinin yanı sıra vücudum da üşümüştü, kalkıp bir pike almayı düşünürken bir an içim geçmiş uyumuşum tekrardan. 

Üstümü birinin örttüğünü hissettim. Gözlerimi yarıladım ablamdı, "uyuyacak mısın daha?" Dedi en sevimli ses tonuyla geceki inciten o ses tonundan eser kalmamış şekilde ve ekledi "gözlerin nasıl şişmiş kaçta uyudun sen?" Cevap veremeden kapandı gözlerim. "Gelişinin şerefine kahvaltıda boyoz ve simit patlatalım sıcacık" dedi. "Menemen de yapar mısınız? Canım çok istiyor." Dedim bilinçsizce. Ve kapandı gözlerim bir kez daha. Gözlerimi 9 da net bir şekilde uyanmak adına açtığımda kahvaltı hazır olmak üzereydi. Eylül Asel yanıma gelmiş "Teyzee" diyordu. Uyandım. Eylül Asel'in masaya tabakları götürmesini hayretler içinde izledim.  Büyüyordu gözlerimin önünde. Zaman acımasızca hızlı akıp gidiyordu. Kahvaltıya simit alındığını farkettim poşetleri görünce hayal meyal hatırlıyordum uykulu bir şekilde gerçekleşen simit alma konuşmasını. Yengemin masaya domates ve biber kavurmasını koydu. Ablam bir anda yükseldi "Menemen yapmıyor muydun? İlayda'nın canı Menemen istiyormuş dedim ya, Menemen yapıyorsun sandım." Dedi, keşke her isteğim uğruna bu kadar destekleyici davranılsa diye düşündüm. Ayrıca Menemen istediğimi söylediğimi o an dile getirilene kadar da düşünmemiştim. Rüya falan sanmıştım. Bu ara gerçek ve rüya çok giriyordu birbirine. Masadan domates biber kavurması alındı ve derhal Menemene çevrildi. Gerek yok desem de dinlenmedi ve o Menemen yapıldı. Gece de dinlenmemiştim beni hatırladım yine. Lakin bu defa iyi bir şey adına. O Menemen nedense hiç güzel gelmedi bu sabah. Oysa yengem çok güzel yapardı Menemeni ama ağzımda tat tuz yoktu belli ki.

Kahvaltıdan sonra otoban dolusu gürültüyü kafama sığdırıp soru çözmeye çalıştığım gecenin sınavına gitmek üzere çıktım evden. Geciktim. Geç kalacağımı düşündüm ama vazgeçmedim ve gittim. Ucu ucuna yetiştim sınava. Belki bir iki bir şeyi iyi etmeye çalıştım.. 

Sınavdan sonra kitapçıya uğradığım ve iyi hissettiğim kısacık andan sonra eve döndüm. 
Dünkü üzerime fazlaca gelinmiş geceden sonra bugün bir sevecenlik vardı herkesin üstünde. Sanki bir önceki gece benim canıma okunmamış gibi o balkon masasında, yine yerimizi aldık. Çay konuldu. Çay konulurken alkol içmek istediğim düşünüldü. Bir olur mu acaba sorgulandı. Sonra çaylar konuldu bardaklara. "Kupa istiyorsun değil mi? " dendi. Kupa severdim bilinirdi. "Evet" dedim. Çay içildi. Dünkü geceden daha iyi etmek ister gibi geceyi..
Gökyüzünden çekemedim bir türlü gözlerimi.  2 yıldızın kaydığına da şahit oldum. Sabahlara kadar ağlamak istediğim geceler oluyordu. Günler boyu uyumak istediklerim de.. ama bu gece susmak istiyordum. Sustukça dertlendiğim düşünülüyordu görüyordum. Lakin kelime bulamıyordum birbiri ardına getirip cümleler oluşturmaya. 

Kupamda sıcağını koruyan çay. 
2 bardaktan sonra kalktım ve bardak değiştirdim. 
Bir kadeh şarap koyup tekrar çıktım balkona. 
"Ne o?" dendi, 
"Şarap" dedim. 
Sessizleşildi.
Kelimelerim yoktu çünkü cümleler oluşturmaya lakin,

"Ah" geçiyordu içimden. 
Gökyüzünden yıldızlar..

7 Ağustos 2025 Perşembe

Kurşun Kalem İle Yazılmış ; Amsterdam

Kurşun Kalem İle Yazılmış : Amsterdam,

Üniversite 2. Sınıftaydım öğretmenimiz bir şehir seçip orayı araştırıp sınıfta sunum yapmamızı istemişti. İşin garibi Türkiye'de olmamıza rağmen Türkiye'den şehir seçen öğrenci sayısı çok çok azdı. Benim seçimim Amsterdam'dı. Her zaman içimi sıcacık etmişti bu şehrin düşüncesi. Hiç düşünmemiştim seçerken. Öyle bir anda heyecanla yükseltmiştim sesimi "Amsterdam olacak benim şehrim" diye. Sesim o kadar gür çıkmıştı ki hoca duymuş gülmüş kardeşinin de orda yaşadığını söylemişti. Güzel bir şehirdi yaşanılırdı, yaşanmalıydı..

Aradan yıllar geçti. Yeni bir Ülkenin yeni bir Şehirde yaşamanın endişesi, korkusu, heyecanı, neşesi, merakı.. Her şeyi vardı üzerimde. 1 ay olmuş 2. Aya doğru evriliyordu geleli çocukluk hayallerimin şehrine. İlk ay yasal işlemlerle uğraştığım ve her şey bir anda olduğu için işlemler nihayet bittikten sonra yeni yeni idrak ediyordum yepyeni bir hayata başladığımı..

Kendime Helmersbuurt da küçücük bir ev kiralamıştım. O kadar küçüktü ki ev değil stüdyo deniyordu. 1+0 dı çünkü. Bütçem buna yetmişti. Üstelik bu şehirde ne kadar kalacağım belli de değildi. İş hayatıma biraz burda devam etmem gerektiğini gidip gidemeyeceğimi sormuştu müdürüm. "Giderim" dedim. Önünü arkasını hiç düşünmeden. Böyle biriydim çünkü biraz ben. Hesap kitap yapmayı çok severim ama olmayacak şeyler yüreğimde ağırlık oluşturduğundan pek hesaplı kitaplı da yaşamam.  Birbiriyle bağlantısız gibi ama konumuz bu değil. Bir anda olmuştu her şey "giderim" dedikten sonra. Ve işte artık o hayallerimin şehri Amsterdam da bir başımayım. Korkuyorum. Lakin hep korkularımın üstüne gittim yaşamım boyunca. Sonunda da hep güzel şeyler oldu..

Amsterdam'a geleli 1 ay olmasına rağmen henüz çıkıp keyifimce dolaşma fırsatını hiç bulamadım. Sürekli koştur koşturdu işler. Ama nihayet her şey yoluna koyuldu. 2 gün sonra Türkiye'den arkadaşlarım beni ziyarete bile gelecekler. Yani o denli rayında ilerledi her şey. Dün de nihayet 1 haftadır beklediğim kargoyu teslim aldım. Bisikletim Türkiye de kalmıştı. Bisikletler Ülkesinde bir süre yaşayacak olmama rağmen bisikletsiz gelmiştim bu şehire. Her şeyin yoluna girmesini bekliyordum kargo yapmalarını istemek için. Ve nihayet girmişti ve kavuşmuştuk bisikletimle. Yeni bir bisiklet almıştım kısa süre önce. Yeni yerlerde bisiklet sürmek için taşıması kolay olduğundan katlanır bir bisiklete ihtiyaç duymuştum. Bir de çanta almıştım sığabildiği. Defterimle, kalemimle dolaşmaya bisikletim de dahil olmuştu artık..

Yirmili yaşlarımın başını hatırlıyorum da büyüdüğüm yerde ezbere bildiğim sokaklarda dön dolaş bisiklet sürmekten bıkmıştım. Bugün ise hiç bilmediğim sokaklarda çevirdim pedallarımı. Üstelik hiç acele etmeden. Hiç hız yapmadan. Sanırım ezbere ilerliyor olmak hız yapmaya teşvik ediyordu insanı. Zaten biliyordum ordaki evleri, insanları, çiçekleri, ağaçları, hayvanları, sokakları, çukurları.. Bu yüzden de sakince bakma ihtiyacı duymuyordum etrafa.
Ama bugün..

Mart'ın ilk haftası gelmiştim şimdi ise Nisan'ın ikinci haftası başlamak üzere. Bugünü kendime ayırdım ve bisikletimle şehiri dolaştım biraz. Sabah erken saatte çıktım kutu gibi küçücük evimden. Evim Vondelpark'ın hemen kuzeyinde. Evi burdan bilerek tuttum. Sakinliği seviyorum çünkü. Yeni bir Şehirde yeni insanlarla hemen içli dışlı olmak istemiyorum. Biraz tanımak istiyorum. Biraz sakin kalmak istiyorum. Evden çıkıp Vondelpark a doğru çevirdim sabahın ilk ışıklarında direksyonumu. Bu denli büyük yemyeşil bir parkta ilk defa çeviriyordum pedalları. Sakindim, mutluydum, heyecanlıydım..
Benim büyüdüğüm yerde deniz kenarları vardı. Kenarları demek de çok doğru sayılmaz aslında Ege Denizi vardı çünkü sadece. Şimdi kanalların yanında sürüyordum bisikletimi. Amsterdam büyülüyordu insanı. En çok da beni.

Lomanstraat dan geçerken öyle büyülendim ki. Tünelli bir yol en çok bu kadar güzel olabilirdi. Durdum ağaçların tüneli oluşturduğu sokağın başında sırt çantamdan fotoğraf makinemi çıkarttım ve birkaç kare çektim yüzümde kocaman gülümseme ile. Roemer Visscherstraat a vardığımda durdum ve birkaç fotoğraf çektim yine. Sanki her noktası fotoğraflamalıydı bu şehrin. Her sokağı, her Evi, her köşesi.. fotoğraf çekerek geçecekti günüm besbelli. 7 farklı ülkenin mimarisinde evler bulunan bu sokak düşündürdü beni bir hayli. Blogumda bir gün yer vermeye karar verdim bu meseleye. Müzelerin olduğu kısmı biraz hızlı pedal çevirerek geçtim diğer yerlere oranla. Çünkü arkadaşlarım geldiğinde birlikte gidecektik müzelere, biletleri almıştık o yüzden vakit kaybetmeden başka sokaklar görmek istiyordum. Negen Straatjes e geldiğimde o büyülü Amsterdam'ı biraz daha hissettim içimde. 4 kanal nasıl olur da 9 caddeyi bağlar diye düşünmüştüm geçmiş zamanda. Görmek apayrı bir keyif verdi. Kalabalık içinde varolmak istemeyen ben burada biraz varolmak istedim. Durdum küçük şirin bir cafe kestirdim gözüme ki buranın tüm kafeleri çok güzel bence. Bisikletimi katladım oturduğum masanın yan tarafına köşeye yerleştirdim ve kitledim. Bisiklet şehri olmasına rağmen bisiklet hırsızlıklarının çok olduğunu duymuştum Amsterdam da bu yüzden elbette ki tedbirli davrandım. Bir filitre kahve ve kurabiye sipariş verdim. Burada hemen her sokakta kurabiye ve kahve bulunabiliyordu bu muazzam bir şeydi bana kalırsa. Kahvemi içtim ve kurabiyemi yedim dingin bir ruh hali ile. Biraz dinlendikten sonra Jordaan'a doğru çevirdim rotamı. Karanfillerin her rengini tarlalara gitmeden bile her yerde görebiliyor olmak çok güzel, renk çümbüşü mükkemmel. Tam da mevsimiymiş Nisan, her yer rengarenk karanfil. Renk çümbüşü olan Amsterdamı daha güzel hale getiriyor bu durum. Jordaan daki sokaklara çiçek isimleri verildiğini görünce gülümsedim. Çok güzel bir detay gibi geldi bu durum bana. Bisikletimi sürmeye devam ettim. Van Stapele ye varmak ve kurabiye almak istiyordum yine. Fakat vardığımda çok kalabalık olduğunu görünce başka bir güne bırakmaya karar verdim burdan kurabiye almayı. Neredeyse Dam meydanına kadar varmışken kıyısından geçip meydana varmıyorum. Çünkü çok çok fazla insan var gibi geliyor gözüme. Damrak a doğru ilerleyip kanalın dibindeki yamuk evleri görünce biraz telaşlanmadım değil. Fakat etrafta bu kadar çok bisiklet süren insan olunca buna şaşıyor sürekli buna gülümsediğim için de telaşım çok uzun sürmüyordu. Bir patates canavarı olarak ki gerçek bir canavar, Şehirde bu kadar çok patates satan yer beni acayip mutlu hissettiriyordu. Her yerde istediğim gibi patates bulabiliyorum. Bu sefer de patates yemek için bir mola verdim. Çok güzel bir cafede sipariş verip patatesimi yanında da biramı içtim. Kanal turu yapanları izledim ve ilerki bir zamanda benim de kanal turu yapmak istediğime kesinlik getirdim.

Red Light sokağının da kıyısından geçiyorum için için salak salak sırıtarat. Amsterdam Tren istasyonuna kadar bisikletimi sürmüşken bir güne yeterince yeni yeri sığdırdığımı düşündüm. Feribotların oraya kadar gelmiş olmama ve feribotların ücretsiz olduğunu bilmeme rağmen geçmek istemedim A'dam lookout tarafına. Yoruldum biraz ve eve varmak istediğim için de eve doğru çevirdim direksyonumu. Eve dönerken kutu kadar evimde bira olmadığını hatırlayıp bir yerden bira ve yiyecek bir şeyler alıp eve girdim. Bisikletimi katlamadan eve çıkardım. Kendimin zor sığdığı evde duvarın dibine bisikletimi dayadım. Birkaç bira içip bakışarak nasıl bir gün geçirdiğimizi düşündüp gülümsedik. Sonra ise bloğuma bu yazıyı yazmaya koyuldum yanımda bisikletim, içimde neşem ile.
Sanırım artık 2 gün sonra gelecek olan arkadaşlarıma az çok Amsterdam'ı gezdirebilecek bilgiye sahibim. Ve bu iyi hissettiriyor.
Çocukluk Hayallerimin şehriydi burası benim. Bisikletler, patates, kanallar, büyülü sokaklar, bitkiler, rengarenk laleler, kanala karşı kahve ve kurabiyeler..
Benim sevdiğim her şey bir şehire toplanmış gibiydi. Bir gün gelmek isterdim hep. Bir gün burada çalışacağımı bilmeden. Yolumun Amsterdam'a düşeceğini bisikletimi burada pedallayacağımı bilmeden. Amsterdam benim için hazırlanmış bir şehirdi sanki. Tüm büyüsü ile..

Siz şimdi diyeceksiniz ki bu blog yazısının kurşun kalem ile ne ilgisi var?
Çok sevdiğim bir kitabın sonuna yazar şöyle bir not düşüyor,
" Ben size bütün bunları olup bitmiş gibi anlattım. Oysa gelecekte olacakmış gibi de anlatabilirdim. "

Yani anlatmaya çalıştığım, bu hayat benim. Yazı yazmayı kurşun kalem ile öğrendiğim günden bu yana hayatımı da kurşun kalem ile yazıyorum..
Hayaller kuruyorum baktım hoşlanmadım siliyorum ve yenilerini kuruyorum..
Çünkü silebilirim.
Sevmezsem, hoşlanmazsam, bir şeyler yolunda gitmezse..
Yolu değiştiririm, değiştirebilirim.
Kurşun kalemler silinebilir çünkü.
Bir kurşun kalemin varsa kalemliğinde,
Bu umudun da var demektir.

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Rüzgarlı Bisiklet ,

Rüzgarlı Bisiklet ,

" + Derdini Rüzgar'a fısılda..
   - Ya Rüzgar ters yöne esmeye başlar da fısıldadıklarımı yüzüme çarparsa?"

Böyle bir şeydi nerden hatırladığımı bilmediğim ama zihnimde dönüp duran. Çocuk aklımla gülünç bulmuştum ilk duyduğumda. Olur mu ya öyle şey demiştim. Olur muydu? Olmazdı..

Yeni kelime seçme sırası bana geldiği zaman Temmuz'un son haftasıydı. Temmuz'u severdim. Sıcağına rağmen, rüzgarına rağmen.. rağmenlere rağmen, severdim. İki kelime vardı aklımda Temmuz'a veda niteliğinde, biri "Bisiklet" di diğeri "Rüzgar" Temmuz'un son yazısı olacaktı ya biraz Temmuz kokmalıydı yazım öyle düşünmüş seçmiştim bu kelimeleri. İkisi arasında karar veremezken fark ettim bisikletin rüzgarı, rüzgarın ise bisikleti hatırlattığını bana. Hangi kelimeyi seçersem seçeyim birlikte var olacaklardı besbelli. Nasıl içten gülümsedim. "Rüzgar" olsun o zaman dedim. "Rüzgar olsun.." Heveslenmiştim, heyecanlanmıştım, bir an önce yazmak istemiştim.. 

Yazamadım.
Nedense heveslendiğim hiçbir şeyi o hevesle yapamıyorum şu ara. "Her aya bir kitap" ın 3. Kitabı için de çok çok heyecanlı ve hevesliydim. 3. Kitaptı ve Temmuza geliyordu ya, özel bişi olsun dedim. Düşündüm, düşündüm, düşündüm.. sonra nolduysa, nasıl olduysa Temmuz gitti sessiz sedasız. Ben hiçbir boku yetişitiremedim. Ne bir hevesle seçtiğim kelime üzerine bir şeyler yazdım ne bir heyecanla Temmuz'un kitabını seçip ilerleyebildim.. Bir şeyler kıymetli olsun derken, kaybettim. Sanırım bir şeylerin kıymetli olmasından çok, ilerliyor olması gerek. 
Ama bilmiyorum, bilemiyorum.. 

Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene, uzun zamandır görüşmediğim biri ile bisiklet sürme planlaması yapmıştık. Hiç bilmediğim rotalarda sürdük bisikletleri, insanlardan uzaklaştık, kuşlarla içli dışlı olduk, bisikletçiler gördük (ki gerçek bisikletçiler kuş cennetine gidip yüksek ihtimal kamp yapacaklarını düşündük), güneşi batırdık batarkenki ihtişamına vay be dedik.. 
Başka şeyler de dedik. Konuştuk sohbet ettik. Geneli bisiklet üzerineydi. Bazen bisiklet sürerken kilometrelerin farkına varmadığımı sanki bir şeylerden kaçarmışcasına pedalladığımı söylemiş bulundum ansızın. Hıncımı bisikletimden çıkardığımı düşündüğünü farkettim. Öyle olmadığını söyledim ama ikna edici değildi cümlelerim.
Vedalaşırken tam hatırlayamadığım birkaç cümle kurdu. Özetle, dingin sürüşlerimin olmasını temenni etti..

Şimdi düşünüyorum ve hak vermiyorum. Bakın bu da yeni bişi. Düşünüp hak vermelerim olur genelde benim. Lakin bu defa düşünüyorum.. hak vermiyorum. Doğru değil çünkü. Hıncımı bisikletimden çıkarmıyorum. Belki kendimden ama asla bisikletimden değil.
Rüzgarın fısıldadıklarımızı yüzüme çarpacağına da inancım yok. İlla arkamızdan güç vermesi gerekmez bir şeylerin. Bazen de güçleştirmesi gerekir ki güçlenelim. 

Bisiklet sürerken hep rüzgarı kontrol ederim. Lakin Rüzgardan asla anlamam. Neymiş, nerden esiyormuş, ismi neymiş?.. hiç yok bunların cevapları bende. Ben sadece şiddetini öğrenirim ve kıyaslama yaparım, bu şiddet beni çok mu zorlar? az mı? ..
Bazen günlerce haftalarca beklerim Rüzgarın sakinleşmesini bazen tüm şiddete rağmen meydan okuyacak gücü hissederim kendimde. 
Evet bazen karşı gelir meydan okurum,
Tüm gücümle çeviririm pedalları. 
Bazen arkama alırım, 
Birlikte meydan okuruz tüm sokaklara..
Birlik isek ve biz meydan okuyor isek sokaklara biraz iyi hissederim sanki. Lakin karşı isek birbirimize "Rüzgar" ile bu sefer yorulmalı olur sürüş ve ben o hırçın rüzgara rağmen çıkmışsam bisiklet sürmeye bir şeyler muhakkak paylaşırız karşı da olsak birbirimize. Üstelik hiç yüzüme de çarpmaz söylediklerimi.. Aksine yandaş olur söylediklerime.. Gözlerim dolmuş ise bisiklet sürerken bunun nedeni rüzgardır. Bu hep böyledir. 
Asla tersini söylemez ve iddia etmez, Rüzgar..

Rüzgarı severim ben.
Düşünüyorum da,
Ellerimi açıp iki yana bisikletimin üstünde, 
Hissetmeye çalıştığımı, 
Ve hissettiğimdeki yüzümdeki o gülümsemeyi..
Karşı da olsak, birlik de..
Rüzgar ile,
Hiç farketmez. 
Severim çünkü ben,
Bisikletimi de, Rüzgarı da
Çok çok severim. 

Lakin asla, canına okumaya çalışmam bisikletimin.
Ve asla aynı cümleyi kurmam, kendim için. 

3 Ağustos 2025 Pazar

Kusura Bakmadım,

Kusura bakmadım, 

Bugün durultmaya çalıştırdığım zihnimle yürümeye çıktım. Taktım kulaklarımı açtım listemden bir şarkı ve susturmaya çalıştım zihnimi. Yürüdüm ve yürüdüm. Sonra telefonum çaldı. Aramaya elimin gitmediği ona karşı incindiğim biri. Havadan sudan konuşmanın sonunda 
"Aramıyorsun uzun zamandır aramak görüşmek istemiyorsan kendin bilirsin" dedi. 
"Ben aramadan arayamıyorsan bir şey demiyorum kendin bilirsin" dedim. 
Ve üzerine dolandırdık da dolandırdık lafları. 
"Sen." Dedi "iyi değilsin sesin kötü geliyor" ve ekledi " sen burdayken de kötü görünüyordun yorgunum falan diyorsun ama iyi değilsin yüzüne sesine yansıyor" dedi. Ve nasıl oldu ise bu kadar iyi olamamanın içinde biz onun dertlerini konuştuk. Üzgündüm aramızda olan olmayan şeyler adına ama ağzımı açıp bişi demedim. Çünkü yine ben haksız olacaktım o haklı. Bu nedense hep böyle. Bişi demedim. Gücüm yok çünkü en ufak şeyleri bile tekrar yaşamaya. Belki onlarca kez söyledim yaşadığım yerin bana iyi gelmediğini durdu ve "orası sana iyi gelmiyor mu?" Dedi sanki ilk defa bu kanıya varmış gibi.. yorgundum. "Gelmiyor." Dedim sadece. O kadar. Araya giren saçma sapan cümlelerden sonra kapattım telefonu. Tam içimde bir buruklukla, nefes alamıyor gibi hissetmemi göz ardı ederek çalan şarkının sesini yükseltmeye çalıştım apar topar. Sonra derinde bir nefes çektim ve yürümeye devam ettim. 

Derken mesaj geldi başka bir çok sevdiğim kişiden "kusura bakma" demiş ve kurmuş cümlelerini. Kusura bakayım istememiş. İstemiş de aradan baya zaman geçtikten sonra gelmiş gibi bu cümle. İşin tuhafı bu ara bana insanlar çok fazla kuruyor bu cümleyi. "Kusura bakma..." dan sonra farklı farklı bir sürü şey geliyor. Lakin fark ediyorum acı bir şekilde ki. Kusura bakmıyorum. Umursamıyorum yada umursamamayı öğrenmeye çalışıyorum. Bilmiyorum. Lakin konuların dönüp dolaşıp aynı yerlere gelmesinden bıktığım için de açmıyorum asla ağzımı. Açasım da gelmiyor işin aslı. Yorgunum ve çabalamıyorum kimse adına. İstemiyorum da kötüsü. Gelmiyor kimse için hiçbir çaba içimden. Öyle mi oluyor diyorum öyle olsun. Bu kadar çabasızlık içinde çabalayan olmak istemiyorum.. 

Geçen gün bişi fark ettim. Öyle birden bire. Olurdu bu, bilirsiniz siz de. Bişiler gözünüzün önündedir ama çoğu zaman görmeyiz. Sonra birden bire görünür olur. Hem de en net hali ile dersiniz ki bunca zaman nasıl göremedim, öyle bir şey oldu. Çok sevdiğim biri önem verdiğim şeyler üzerine beni üzeceğini düşündüğü bişi yaptı, daha doğrusu yapmadı. Ben buna tepki verir kırılırdım. Kızardım değil bakın kırılırdım. Çünkü önem verilen kişilerin önem verdiği şeylere de önem verilmesi gerekir diye düşünürüm. Önemsenmemiş hissederim. Hala öyle hissediyorum lakin sanırım yorulduğum için bir eylem gücüm yok. Belki de eskisi kadar önemsemiyorum bu konuyu. İnsanlardan ki hayatıma yeni giren insanlardan o kadar bişi beklemiyorum ki.. ama konumuz bu değil. Önemsediğim bir şeyi karıştırdı ve önemsemiyormuş gibi göründüğü için çok üzüldü. Bunu anladım. Üzülmesin istedim. Önemli olmadığını söyledim. Önemliydi dedi. Sorun değil dedim. Sorun dedi. Ne tepki versem boynunu eğip hak verecekti bana besbelli. Kendi kendisine kızıyordu ya hem de fazlaca benim de kızmamı istedi. Kızmadım, tepki vermedim. Çünkü gerçekten sorun etmedim. Sonra birdenbire bu tepkisi başka bir şeyi gösterdi bana. İlk defa bir kişi bana karşı bir yanlış yaptığında (Ki bu yanlış değildi) hiç savunmadı kendini, ama şöyleydi demedi, mazeret bulmadı, haklı çıkarmadı kendini.. nasıl tepki verirsem vereyim kabul edecekti bunu. Ben sakince tepki vermeme rağmen kendine kızgınlığı geçmedi. Ben bir anda farkettim. Kimse bana karşı kendini savunmadan durmamıştı şimdiye kadar. Hatalı olduklarını kabul etmemişlerdi.. Ben etmiş miydim? Ettiğim noktalar elbette ki vardı. Ama insanlar bana karşı her ama her konuda hep haklılardı.. ya manipüle ediliyordum, ya haksız çıkartılıyordum, ya da işin sonunda kıyamıyordum kimseye...

Hep ben haksızdım..
Konu farketmeksizin..
Ben hep haksızımdır çünkü. 
Diğer herkes ise haklı..

Bugün "kusura bakma" dendi,
Bakmadım ben de..

30 Temmuz 2025 Çarşamba

Hayallerin Ağırlığı,

Hayallerin Ağırlığı,

Hiç dengesizleştiğiniz sevgileriniz oldu mu?
Hani yüreğinize sığdıramadığınız taşan.
Benim oldu. Bu kıymetli bişi diye düşünüyorum. Sevmek, çok sevmek, sevebilmek..
Ben hep çok sevdim insanları, sevebildim, yapabiliyorum diye de abarttım sevgimi. Yüreğime sığmadı çoğu zaman.Taştı yüreğimden. Bu da iyi bir şeydi. Taşması başka kalplere iyi gelirdi lakin abartmak bana hiç ama hiç iyi gelmezdi...

Küçükken, ki baya küçük olduğum zamanlardan bahsediyorum. Hayallerle yeni tanışıyordum, bilmeden.. arkadaşlarımla hayaller kurardık geleceğe dair. Şu şöyle olsa nasıl güzel olur? Bu böyle olsa? Şöyle bişi olur mu acaba? Nasıl özgürleştiriyordu insanı hayaller. Hele çocuksan çok çok özgürdün, güçlüydün.. büyüdükçe büyüdü hayaller.. lakin yapılmadı bir çoğu hayali kurduğumuz kişilerle.. kendi adıma söyleyebilirim ki hayalini kurduğum bir çok şeyi öyle veya böyle gerçek ettim. Diğer arkadaşlarımdan bazıları da hayallerini gerçekleştirdi. Lakin hayalleri hayalleri kurduğumuz insanlarla gerçek edememek onları hiç etkilemezken benim yüreğime ağır geldi. O zamanlarda başladı ağırlığı, şimdilerde taşınmaz bir hal aldı.. artık inancım yok yaparız diye biten cümlelere.. çünkü yapılmamış bir çok örnek var gözümün önünde. Üstelik öyle çocukluk falan da değil. Dedim ya o zaman başladım ağırlığı hissettirmeye yüreğimde ama sonra çok şeyler oldu..
Ben çabuk umutlanan bir insanım sanırım. Güzel bir düşünce atılınca ortaya bir anda çok yükselip hayaller, planlar yapıyorum. Sonra orda, ortada kalıyor o düşünce. Sadece kurulmuş cümleler olarak. Kuran insanlar kurduklarını bile unutuyorlar. Ben ağırlığını bir an bile hissetmeden duramıyorum yüreğimde. Hep bir ağırlık ama hep. Bu yüzden de inancım kalmıyor hiçkimseye.
"Bir gün şunu yaparız ?" ..
"Gideriz birlikte?"..
"Olmaz mı?" ..
"Belki olur?" ..
"Yaparız?" ..
Hiçbirine içten karşılık veremiyorum artık. Umutlarına eşlik edemiyorum. İnanmıyorum çünkü. İnanamıyorum. Söz denemez ama verilmiş sözler olarak algıladığım şeylerdi sanırım kurulan cümleler. Bu yüzdendi bu kadar ağır hissetmem. Bir şeyi birlikte yapmayı düşlemek bir nevi bunu birlikte yapacağız demek de değil miydi? Ben mi çok anlam taşıtıyorum şu hayata?..

Öyleydi işte, bana verilen sözler hiç tutulmadı..

En başında gözyaşlarına inanmıştım. Sonra yalan olduklarına. Sonra hep avutuldum. Ama hep..

Hayaller de yapılacaklar da öyle çok çok büyütülmeden olsun istiyorum.
He bir de insanlara inanmıyorum. İnanmayı bıraktım. Bir şeyi yapmak istiyorsam gerçekten istiyorsam insanları çekiyorum önümden.
"Ben yapıcam" diyorum "Dahil olun isterim. Birlikte kurduğumuz hayali birlikte gerçek edelim çok isterim ama dahil olmayacaksanız, olamayacaksanız da ben bunu yapmak istiyorum ve yapıcam.." buydu işte. Kendimden umudum vardı, istersem gerçekten istersem yapardım. İnsanlardan yana umudum yok. İnanmıyorum çünkü onların havada kalan planlarına, programlarına.

Bir şeyin ağrısını sancısını yüreğinde taşıyan neden hep ben oluyorum? Bu kadar hisler bence de bana fazla. Neden dengeli dağıtılmamış? Bazılarının insani hiçbir belirtisi yokken bazıları neden bu kadar çok hislerle boğuşmalı? Bu eşitsizlikler, dengesizlikler niye? Bu yazı niye saçma sapan her yere kaydı?
Sahi neden dağıldım?

Yeterince dağılmış ve saçma sapan konulara kaymışken "eşitsizlik" aklıma geçenlerde iliklerime kadar hissettiğim ( bu terim bu ara çok hoşuma gidiyor, çünkü böyle hislere çok çok çok hissetmek gibi bir anlam katıyor, anlıyorsunuz değil mi?) Bir şey getirdi.
"Eşitiz" dendi bana üstelik herhangi biriyle eşit olmam gibi bir ihtimal söz konusu olursa onunla eşit olabileceğim bir nokta bulmamın çok zorlu olduğu birinden geldi bu "eşitiz" denkliği.
Söylemediğim ama içimden iliklerime kadar hissettiğim şuydu;

"Eşitiz demiştin,
Değiliz canımın içi.
Çünkü ne işim olursa olsun, ne zaman olursa olsun, nerde olursan ol, bir şekilde bir yolunu bulur geleceğimi bilirsin sana..
Ben de gelmeyeceğini."

25 Temmuz 2025 Cuma

Sulanmayan "Bahçe"

Sulanmayan Bahçe, 

Müstakil bir evde büyüdüm ben. Kendimi şanslı bulduğum ender şeylerden biridir bu. Bahçemizde ben küçükken 7 tane erik ağacı vardı. Küçücük bahçede 7 erik ağacı nasıl var olabilmişti şimdi düşününce şaşıyorum. Sonbaharın tüm renklerini görebilmek mümkündü, kışları dökülürdü yapraklar, baharları yeniden yeltenirlerdi yeşillenmeye sanki bir kış gelip tüm yaprakları dökmeyecekmiş gibi.. Döngü devam ederdi. Yaz gelirdi, o güzelim meyvelerin varolduğu ay. Bahçemizde erik ağacı vardı hem de 7 tane sonra şeftali, yenidünya, ayva, kayısı, nar, limon, zeytin.. yaz aylarındaysak babaannemin bahçeye ektiği salatalık, domates, dolmalık biber, yeşil biber, patlıcan, kabak, karpuz, yeşillik.. birsürü şey olurdu bahçemizde.. 

Babaannemin akşamüstü bahçeyi sulamasını çok severdim. Her gün yapardı bunu. Kıyamazdı bahçedeki bitkilere. Oysa kıydığı birçok şeyi gördüğümden şaşardım bu şefkate. Ama severdim, umut vadederdi bana. "Bahçeyi sulayayım" dediği anda neşelenirdim. Gelmiş olurdu o saat, Bahçeyi sular sonra da bahçede otururdu. Bazen onu izler, yardım eder bazen de fırsattan istifade televizyonda izlemek istediğim kanalı açardım, ya da parka çıkardım.. ama her şey o cümle ile başlardı "bahçeyi sulayayım"..

Sonra babaannem için geldi sonbahar. Ne varsa yüreklerimizde bahara dair bir bir soldu yapraklarımız. Yaprakları kuruyan bir ağacı bahara inandırabilir misin? Tekrardan yeşereceğine, tekrardan meyve vereceğine? İnandıramazsın, biz inanmadık. Solduk çünkü. Yeniden yeşerecek de olsak yeniden aynı yapraklarla yeşeremeyecektik çünkü. Tüm yapraklarımız bir bir gitmişti. Babaannem de gitti. 
Tam da baharın son ayında üstelik.. 
Yaz kapıdayken. 
Çiçekleri, bitkileri, biz, ben.. 
Naparız, düşünülmeden hiç.. 
Kim sulayacaktı çiçekleri? 
Çiçekleri kim sulayacaktı? .. 
Biz? 
Ben?
Bunu konuşmak istemiyorum bile.. 

Bana çok kızdılar. Çok çok. Söylemediler öyle yüzüme yüzüme ama bildim ben. Babannem gittikten sonra gizli bir şekilde bana verilecek sanıldı her görev gibi bahçeyi sulama görevi de. Babaannem varken sulardım. Çok da zevk alırdım. 
Öğretmişti bana, suyu direk köklerine köklerine tutmamam gerekiyordu bitkilerin, çok açmadan azar azar vermem gerekiyordu suyu, öyle yapmalıydım ki kana kana içsinlerdi suyu, ne kadar verirsem o kadar iyiydi, hava çok sıcaktı çünkü, yazıktı onlara da.. peki bana?..
Ben bahçedeki o çeşmeyi elimi yıkamak dışında hiç açmadım. Çiçekleri hiç sulamadım. Yalan yok üzüle üzüle yaptım bunu, kahrola kahrola.. Ama yapamadım. Sulayamadım o bahçeyi. 
Bahçe sulama saati gelmedi bana hiç. Herkes buna kızdı. Bahçedeki bir çok şey birer birer soldu, kurudu,öldü. 
Babaannemin çok sevdiği naneleri ben onlara bakmadım diye öldüler. Ben bakamadım. Yeşertmek, çiçekler açtırmak babaannemin işiydi. Bahçeye bakıp bakıp üzüldüler. Babannemsiz bahçe kurumuş gitmişti. Bana da kızdılar onları sulamadığım için çiçekler, onları yeşertme büyütme işini üstlenmedim diye..

Herkes çiçekler soldu diye üzüldü..
Oysa çiçeklerden önce solmuştum ben,
Bunu hiç bilmediler..



18 Temmuz 2025 Cuma

Önünden Geçmek,

Önünden geçmek,

Bu kelime nedense sıcacık etmisti içimi ilk aklıma geldiği zaman. Heyecanlanmıştım da üzerine bir şeyler yazacağım için..

Sonra üzerine bir sürü şey oldu hayatta. Hayat benimle biraz dalga geçti sanki bu ara. Karıştırdı da karıştırdı ortalığı.. sonra minnacık bir umut kırıntısı bıraktı, o kadar küçük ki düştüğünde üstüne basarmıyız diye bile umursamadığımız ama karıncaların taşıdığı o minnacık yiyecekler gibi. (Sahi onlarla doyuyorlar mı gerçekten karıncalar?) Aldım tutundum o minnacık umuda. Huyumdur çünkü. Bokluğun içinde bir şeyler iyi olsun isterim, iyi bir şey bulur tutunurum. Yine öyle oldu, tutundum. Derken hayatın sürprizleri bitmedi. İyice kötü oldu her şey.. Kavgalar oldu, küfürler, bağırmalar, ağlamalar, ağrıdan kıvranmalar, nefes alamamalar, susmalar, kelimesizlikler, çaresizlikler ve yine ağlamalar, sabahlara kadar ağlamalar..
Dedim ya, kötü şeyler oldu. Fazlaca kötü şeyler, azıcık ki çok çok azıcık iyi şeyler. Ve ben yine iyi şeylere tutunmaya çalışıyorum. Gözyaşları içinde de olsam, bu böyle..

Önünden geçmek iki ucu olan bir kelime bence. Hem umut var içinde hem de hüzün. Ama asla umutsuzluk yok. Çok sevdiğin bir sokağın Önünden geçmek gibi, çok sevdiğin bir evin önünden geçmek gibi, hayallerinin, umutlarının, güzel hislerin önünden geçmek gibi.. Ha düşünecek olursanız yola devam ediyorsunuz ve kalıcılığı olmuyor olabilir. Ama belki de varacağınız nokta en güzeli. Nasıl bilicez? Biz devam edeceğiz yola. Çünkü bence yolda olmayı da seviyoruz. Varacağımız yerin yanı sıra.. 

Önünden geçicez çok sevdiğimiz şeylerin, mutlu olacağız. 
Veya 
Önünden geçeceğiz içimizi burkan şeylerin, hüzünleneceğiz. Ama her koşulda yola devam edeceğiz. 

Ben şarkı dinlerken bisiklet sürmeyi tehlikeli olsa da çok severim. Çok çok.. Benden beklenmeyecek derecede dikkatli de davranırım kulaklıklarım takılıysa ama bazen kaptırırım kendimi.. yollara değil şarkılara, bazen bazı şeylerin önünden geçmek istemem. O kadar hızlı çeviririm ki pedalı.. sanki ne kadar hızlı gidersem, o kadar az hissedecekmişim gibi..

Ama öyle veya böyle, 
Hala sıcak etmeye yetiyor yüreğimi,
Ve heyecanlandırıyor da hafiften
Önünden geçecek olduklarım..

13 Temmuz 2025 Pazar

Defter,

Defter, 

Yaşadığım yerde bir tane kırtasiye vardı, bu yüzden ki herkesin çocukluk hallerini bilirdi sahipleri. Okulun hemen karşısındaydı yeri, o güne dair bir elişi ödevi verilmiş ise eksikleri alır giderdik okuldan sonra eve. Yada oyuna dalar unuturduk tüm ödevleri.. Akşam oldu olacak saatte, ezan okudu da gittik mi eve aklımıza gelirdi ödevler.. bi umut koşa koşa kırtasiyeye giderdik, kapanmış olurdu.. Napacağımızı bilemeden dönerdik eve. Ertesi gün erkenden okula gidip kırtasiyeden eşyaları alıp ödevi yetiştirmeye çalıştığımız çok gün de oldu, yalansız..

Birkaç ay önce Cv çıkartmaya gittim yine bu kırtasiyeye. Ki bu kocaman olmuşum demekti.. Üniversitemi bitirmişim, iş bulmak eğilimindeyim, birkaç tane çıkarttım cv'den lazım olacağını düşünerek. Evren abla Cv'leri çıkartırken ben kendimi bir anda defterlerin orada buldum, yine.. Defterleri karıştırdım kendime göre bişiler seçmeye çalıştım. Evren abla arkamdan güldü, "bazı şeyler hiç değişmiyor, hala defterleri seviyorsun." Dedi. Ben de gülmeye başladım. Seviyorum dedim, seviyordum..
Bağzı şeyler hiç ama hiç değişmiyordu..

Küçükken de dolanırdım defterlerin arasında. Hala daha dolanıyorum. Yazmalarıma eşlik edecek kendime göre bir defter de bulmuşsam.
Değmeyin keyifime..

Ben hep yazdım.
Bazen özenle seçtiğim defterlere,
Bazen ders kitaplarının içlerine,
Bazen kitaplığımdaki kitaplarımın sayfa aralarına, 
Bazen telefonumun notlar kısmına,
Bazen bloguma..

İnsan telefonu birinin eline geçse bi çekinir, utanır ya hani özel konuşmalar vardır, gizlenen eylemler, fotoğraflar.. Ben de çekinirim telefonum birinin eline geçse. Gerilirim. Almak isterim. Lakin öyle konuşmalardan, fotoğraflardan falan değil.. Telefonumun notlar kısmına yazdıklarımın okunmasından endişelenirim. Hiç hiç istemem..

Hele bir de defterime dökmüşsem içimi. Sayfası açılmaya yeltenildiğinde bile gerilirim, mani olurum hemen. Defterler özeldir çünkü, çok çok özel. Bir başkasının defteri okunmaz öyle. Okunmamalı.

Ama ben de benim defterlerimde yazılı şeyleri okumamalıyım sizin gibi. Bazı defterlerimden ödüm kopuyor mesela. En en köşe yerlere kaldırıyorum. O yazıları yazarkenki kendimle karşılaşmayayım diye hiç açmıyorum safyalarını. Hiç merak etmiyorum yazdıklarımı.. çünkü biliyorum o kadar yoğundu ki oraya yazdıklarım hala hissedebiliyorum o duygu yoğunluğunu. Sevgimi, nefretimi, özlemimi, kinimi.. Ne varsa çocuk yüreğime sığmayan sayfa sayfa taştı o defterlerdeki sayfalara ..

Bazen, konusunun açılmasını hiç istemediğim şeyleri yazıyorum.
Saklı kalmasını istediklerimi, kimsenin bilmesini istemediğim hallerimi.
Ama bazen de,
Keşke sık sık konuşulsa, duyulsa, bilinse.. dediklerimi..

Ben sadece yazıyorum ve kapatıyorum konuyu.
Yazmanın yüreğe iyi gelen bir yanı var çünkü..
Yüreğim iyi olsun diye yazıyorum.
Ve oluyor.
Ne güzel...

12 Temmuz 2025 Cumartesi

Kağıttan Gemi, İyi Masallar..

Kağıttan gemi, İyi masallar.

İşe mahmur bir şekilde gitmiştim.. 
Gözlerim biraz şiş, gayet yeterli uyumuş olsam da uykumu alamamış gibi. Halbuki yeterince uyumuştum ama uykumu alabildiğim bir zamanı pek hatırlamam ben. İşe gitmiş zar zor ayılmaya çalışırken bir dost sesi "yeni mi uyandın" dedi. "Evet, açamıyorum gözlerimi.." dedim. "Sana gemi yaptım" dedi. Anlamadım. Kasanın yanına koyduğu minik gemiyi bana doğru uzattı. "Sana yaptım, vermek için gelmeni bekledim" dedi. Bir anda güzelleşti günüm. Yüzümde de yüreğimde de kocaman gülümseme oluştu. Böyleydi işte bazen. Çok çok küçük bir şey çok çok fazla mutlu edebiliyordu.
Bana gemi yapılmıştı, vermek için benim yolumu gözlemişti, vereceği anı düşünmüştü, düşünülmüştüm..
Gün içinde arada aklıma geldi, durduk yere gülümsedim..
Gemi yapan biri vardı bana.
Ne güzel, nasıl güzel. 

Sonra bir şey daha oldu..

Bir kız çocuğu geldi. Gözleri deniz gibi masmavi bir kız çocuğu. "Nasıl güzel gözler" dedim içimden. Hemen ardından inşallah nazar değmez diye geçirdim. Benim kasama değil karşı kasaya yanaştılar. O cıvıl cıvıl sesi ile "kolay gelsiiin" dedi yüksek sesle. Gülümsedim kocaman. Karşı kasadaki arkadaşım da gülümsedi teşekkür etti. 
Kız gözünü bana çevirdi, dikkatlice beni izledi beni izlediğini farkettim lakin bozuntuya vermedim. Tekrar daha neşeli bir ses tonuyla ve biraz daha yüksek sesle "kolay gelsinn" dedi. Güldüm gözlerimi ona çevirdim benzer bir neşe ile "teşekkür ederimm" dedim. Kasadaki işleri bitince bana doğru yaklaştı. Ürünlerin barkotlarını okuttuğum yeri merak etti bakmasına izin verdim. Sonra gidişe doğru yöneldiler, "İyi geceler" dedi en sevimli haliyle veda ederken. Merdivenlere doğru ilerledi sonra durdu, döndü, düşündü bu onun tarzında değildi sanki, gözlerimin içine baktı kocaman gülümsemesi ile ve dedi ki "iyi masallaaar" :)) 
O kadar güzel geldi ki bu cümle kulağıma.
Çok çok güzel bir veda cümlesiydi. İçimde bir yerlere değdi sanki "İyi masallar" dedim kocaman gülümseyerek. 

Oysa benim bana masal okunmuş tek bir çocukluk gecem dahi yoktu. Bunu fark ettim bir an. Ama nedense hiç incitmedi bu düşünce beni. İyi masallar; o kadar güzel, o kadar içten bir veda cümlesiydi ki..
Sanki bana masal anlatılmamış o gecelerin üstünü örtüp geçti..

Ben ilk kez geçmişi hatırlatan bir anda, üstelik canımı acıtabilecek bir durum varken ortada hiç düşünmeden, incinmeden gülümsedim.. 
Daha ne olsundu günde?
İçimi sıcacık etmeye yetti,
Güzel bir gemi, İyi masallar..

10 Temmuz 2025 Perşembe

Kupa Rafı,

Kupa rafı,

Tek bir şey geliyordu kupa denince benim aklıma. Lakin tek yazan ben değildim bu konu üzerine. Neyi hatırlatacaktı; çayı kahveyi mi , zaferi mi, yoksa iskambil kağıtlarını mı? 
Neydi "kupa" tercihlerimiz? ..

Benim kahvemdi.. 
Çayı yalnız içmeyi hiç sevmedim. Ama çayımı da kupada severim. Üstelik öyle sıradan 6lı-12li olanlardan değil de tekli veya ikili olanlardansa çok çok severim. Onların daha çok ruhu var gibi gelir bana. Çoklu bardak aldığında kendin dışında herkesi düşünürsün, teklide öyle mi? Keyfin nasıl isterse, gönlünden ne geçerse..

Ben çok gezen biri olmadım. Harita gibi işlenmiş bir anılar atlasım yok. Yazlık yerde yaşıyordum, üstelik memleketimizdi, aile büyüklerinin yanındaydım.. Bayramlarda seyranlarda hep bize gelindi. Ben hiç gitmedim. Bu yüzdendir ki yol anılarım çok ender. Ama hepsi de çok kıymetli.. 

Kırk yılın başı gidebilmişsem bir yere, neresi olursa olsun farketmeksizin, gidebilmişsem. Hemen kendime kupa satan bir yer bulurdum. Bir gece pazarı veyahut kıyıda köşede kalmış bardak satan bir yer. Gider içimi ısıtan bir şey bulmaya çalışırdım. Yengem gelir "senin kupa hastalığın var" derdi. Gülerdi, ben de gülerdim. Bir de kalem hastalığım vardı yengemin söylediği. "Sende kalem hastalığı var İlayda hepsi aynı işi yapmıyor mu? ne yapacaksın bu kadarını?" Hastalıklar ise hastalıklarımla mutluydum. Bulaşmıyordum kimseye kendi halimde mutlu mutlu yaşıyordum bu hastalığı. Kötü huylu da değildi neticede..

Yanaşırdım usuldan kupaların yanına; büyük, resimli, beyaz kupalar çekmezdi ilgimi. Bana daha çok orayı o günü hatırlatacak bir şeyler lazım olurdu. Kupayı elime aldığımda "burası şurasıydı" demek değil, "burası şu anıları yaşadığım yerdi" yi düşünmek isterdim çünkü. İçimi ısıtan bir şey bulur alırdım. 

Eve dönüşte ilk işim kahve yapmak olurdu. Anın içinde anı yaşarken gözden kaçırdıklarımı düşünürdüm yeni kupamla içtiğim ilk kahvede. Nasıldı gün, nelere içten gülmüştüm, neleri geçiştirmiştim, neler dikkatimi çekmişti.. Bir sürü şey geçer giderdi o bir fincan kahvede içimden.. 

Şimdi dönüp bakıyorum kupalarımın bulunduğu rafa. Her birinden 1 veya 2 tane var, en en üstteler. İsteyerek kimsenin ulaşamayacağı ama biraz çabayla alınabilecek bir yerdeler. 
Bir gün birileri gelip de benden habersiz o kupaların içine bir şey koymuş evde dolanırken gördüğümde içimde oluşan o öfkeyi anlatamam size. Kim o hakkı vermişti? Benim bardağımı kullanabileceklerini de nerden çıkarmışlardı? Sakinleşip en sakin ses tonumu kullanmaya çalışarak, " o bardak benim için kıymetli dikkatli ol lütfen " derdim. Bakarlardı mal mal yüzüme, bardak işte der gibi. 
İçinde anılarım olduğunu bilmeden..

Bir kupanın içinde umutlarım, hayallerim, yollarım, yolculuklarım, gülmelerim, eğlenmelerim, mutluluklarım.. Ne kadar güzel şey var ise kupayı aldığım güne dair, olurdu o kupada hepsi. 

Genellikle sadece kahveyi değil
Yudum yudum anıları da içerdim o kupalarda..
Bu yüzden biri kupama dokunduğunda sadece bir bardağa değil, tüm "anı" larıma da dokunmuş gibi hissederdim..

9 Temmuz 2025 Çarşamba

Dalga,

Dalga,

" ohoo.. kocaman bir dalga geliyorr.. zıplayacağız hazır mısınız? Geliyorr.. 1.. 2.. 3 ZIPLAYIN! .."

" ŞU Gelene bakın.. Bu seferki en en kocamanı.. geliyor, geliyor, ZIPLAYINN.."

Küçüktüm, meydan okurduk dalgalara..
Yüzüme çarpsa da o dalga, gözlerimi kan çanağına çevirse de, dudaklarım mos mor olsa da saatlerce meydan okurdum. Bazen başarırdım, tam zamanında. Bazen başaramazdım. O dalga alır suya çarpardı beni. Ama sudan çıkar yeni gelecek olan dalgada yine denerdim. Yenilmek yoktu sanırım küçükken. Yine yeni yeniden denemek vardı..

Şimdi yanımda çok sevdiğim biri olsa. Veyahut sevdiğim biri olsa, ben yine meydan okurum o küçük kalbimle dalgalara. Çünkü bunu kıymetli bulurum. Sanki aynı dalgaya birlikte göğüs germek gibi.. özel olduğunu düşünürüm..

Lakin bir başıma girersem o dalgalı denize, baş edemem en küçük dalga ile bile. Uğraşamam.. Uğraşmak gelmez içimden.
Üstelik tam da şuanki yaşımda isem,
"başlarım denizine de dalgasına da" der çıkarım sudan!

Siz şimdi
Konuyu deniz sanacaksınız, konuyu dalga.
Konu ne deniz, ne dalga..

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk  Güneşin doğumuna eşlik ettiğim bir günde yazayım istedim bu yazıyı. Bu yüzden ki...