2 Mayıs 2025 Cuma

Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451

"Düşlerin olmadan her yer uzaktır." demiş hiç tanımadığım biri,
çok iyi tanıdığım ve çok sevdiğim biri de
"Okudukça düşlerine hayallerine ulaşırsın. Okyanuslar gezer, insanlar tanırsın." demişti,
yıllar yıllar önce...

Bir hayal kurmuştum tarihini net olarak hatırlayamadığım bir zamanda. Okumak istediğim kitaplardan kendime alırken veya daha önce okuduğum kitaplardan bir tane fazla alıp içine bir not ekleyerek bir yerlerde bırakacaktım. Hiç tanımadığım insanlara bu şekilde kitap hediye etmiş olacaktım. Bu fikir beni çok heyecanlandırsa da bir bütçe gerektirdiği için ve benim o zamanda buna ayıracak bütçem olmadığı için ertelemiştim. Bir süre önce de artık yapabilirim diye düşünüp karar verdim. Fakat şu sıra hayatımda düzenli olarak yapabildiğim çok az şey var ve bir kitap serüvenini kaldırabilir miyim bilemiyorum. Bir süredir bir şeyler sürekli öteleniyor, diğer günlere..

Selçuk'a gitmek uzun zamandır vardı aklımda. Bir türlü denk gelip planlayamadık. Sonra bir anda arkadaşıma  gitsek mi dedim, gidelim dedi ve koyuldum planlamalar yapmaya. Sonra bir anda uzun zamandır ötelediğim kitap serüvenini yapmak geldi içimden. Dedim Selçuk veya Şirince güzel bir başlangıç olur :) 

"Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451" ilk kitabın bu olması benim için fazlaca anlam taşıyor. Üniversite zamanlarından bir şeyler kalır ya insanın hayatında benim de hayatımda yeri hep olacak bir kitap oldu bu kitap. Kitabın konusu, vermek istediği mesajlar, içeriği.. benim yapmak istediğim iş için çok uygun olduğundan ilk kitap olarak bunu seçmek çok zorlu bir süreç olmadı. 

Bu yazıda size öncelikle hayalimden bahsetmek istedim. Her ay yeni bir kitabı hediye ederken hediye ettiğim kitap ile ilgili düşüncelerimi buraya yazmayı planlıyorum. Bu yüzden yazılarım devamı olacak :) Çünkü "Her Aya Bir Kitap" :)) 

Hadi biraz da kitaptan bahsedeyim size; 

Fahrenheit 451 ; 
451°F kağıdın kendiliğinden tutuşma noktasını ifade ediyor. Kitabın ismi de buradan geliyor. Kitaplar yakılıyor lakin bu defa kendiliğinden değil ateşe verilerek tutuşturuluyor..
İtfaiyeciler günümüzde yangın söndürme işini yaparlarken kitapta itfaiyeciler yangını söndüren değil yangını çıkartan olarak kurgulanmışlar. İlk dikkatimi çeken konu bu olmuştu. Şaşırmıştım nasıl yani demiştim? Öyle bir devlet düzeni kurulmuş ki kimsenin kitap okuması istenmiyor. Kitapların mutsuzluğu arttırdığı düşüncesi yaygınlaştırılmış ve insanlar mutsuz olmak istemedikleri için kitap okumuyorlar. Devletçe de sadece eğitim kitapları okumak serbest bırakılmış ve diğer kitap türlerini evinde bulundurmak, okumak, okutmak.. yasaklanmış. Evlerinde bu tür kitap bulunduran insanların evine baskın yapılarak kitaplar itfaiye çalışanları tarafından yakılıyor ve insanlar hakkında soruşturma başlatılıyor. 

İnsanlar dijital yaşama o kadar bağlılar ki telefonlar, televizyonlar, bilgisayar oyunları.. olmadan bir yaşam asla düşünemiyorlar. Öyle ki iletişim çok zayıf bir halde. Televizyon dizilerindeki oyuncular insanların aileleri gibi hatta belki biraz daha fazla yakınlar onlara ailelerinden. Günlük konuşmaların dışında sohbet, muhabbet eden kimse yok. İnsanlar insanların içinde insanlarsız yaşamaya çok alışmış. Kitaplar, düzen kimsenin umurunda değil. Tek düşündükleri kitap okumak mutsuzluktur ve mutsuz olmak istemedikleri..
Şiir kitapları hüzünlendirir, Romanlar insanları hayal kurmaya iter oysa tek tip insan yaratmak isteniyor. Farklılaşmanın olması devlet büyüklerinin insanları kontrol altında tutmasını zorlaştırır ve bu istenmiyor. Devletin bir kolu olan itfaiyeciler toplumun huzuru ve mutluluğu için çalışıyorlar, kitabın ana karakteri olan Bay Montag bu çalışanlardan sadece biri. 

Clarisse düzene ayak uydurmayan, dijitalle bağı bulunmayan anı yaşamayı seven biridir. Yani farklı, ve farklılığı Bay Montag'ın gözünden de kaçmıyor. Bakmak ve görmek aynı şey değildir. Clarisse'nın farklılığı Bay Montag'ın görmeye başlamasındaki en büyük etkendir. Bay Montag artık sadece bakmakla kalmayıp mutluluk oyunundan sıyrılmaya da başlamıştır. Ardı ardına birbirini takip eden gelişmeler böylelikle doğmaya başlar.

Kitapta beni çok etkileyen şeylerden bir diğer şey tüm zorluklara rağmen kitaplar okuyan bir grubun her üyesinin kitapları ezbere biliyor oluşuydu. Eğer itfaiye çalışanları kitaplarını yakmaya gelirse her bir insan bir kitabın yerine geçip kitapların varlığını yaşamları boyunca sürdürecek sonrasında ise yeni insanlara aktaracaklardı. Bir kitap ezberi ile başlayıp ezberleyebildikleri kadar çok kitap ezberleyerek bir çok kitabın varlığını devam ettirebilmek için tüm benlikleriyle çalışıyorlardı.

Ben kitabı keyifle okudum, çok sevdim ve kitaplığımda yerini aldı. 
Hiç tanımadan hediye etmiş olduğum kişinin de benim sayemde kitaplığında var olacak bu kitap.
Nasıl güzel.. :))
Yürekten inanıyor ve söylüyorum ki;
Sevdiğimiz kıymet verdiğimiz her şey,
Elden ele..

29 Nisan 2025 Salı

Fernweh 🕊🕊🕊 / 🚲

"Bir de kuşlar var hakim bey; Her şeyin başı onlar. Onlar koyuyorlar özgürlüğü insanın aklına.." diyor yazar ve ekliyor;

"Eklemeyi unuttum hakim bey! Bir de baharlar var, Ne zaman her şeyi bırakıp öldüysek, O yine dirilmeyi, renklenmeyi öğretti. Baksanıza her yer çiçek.."

Küçüktüm, çok küçüktüm.. O kadar çok hayaller kurardım ki.. 
Kimine göre ipe sapa gelmeyen şeylerdi hani derler ya boyundan büyük tam olarak öyleydi işte hayallerim. Boyumdan büyüktü. Küçük yaşımda boyumdan çok çok büyük hayaller kurardım ben. 
İçimde hep özgür bir ruh vardı zincire vurulmayan, vurulamayan. Ne kadar olmaz denirse bir iş için o kadar heveslendim. Neden olmasındı? Olmazları çok fazla büyütüyorduk hayatımızda, oluru varsa da olmaz diyorduk.. İyi de neden?

Hayatımda hayalini kurduğum ama dışarıdan "olmaz" denilen birçok şeyin olurunu buldum ve oldurdum. İmkansız gibi hissettiğim "hayalini kuruyorum" ama gerçek olmaz bunlar dediğim şeyler.. Olurunun bana çok uzak olduğunu düşündüğüm şeyler. Birçoğu bir bir gerçek oldular. Birçoğu da gerçek olmak için bekliyorlar. Hayallerime zaman veren biri değildim. 1 sene içinde bunlar olacak 5 yıl içinde şunlar.. gibi listelerim pek olmadı. Gerçek olmasını istediklerim vardı, ne zaman gerçek olacaklar bilmesem de gerçekleştireceğimi bildiğim. 

Umudum hep vardı. "Göğe bakmak" tan , düşlemekten , iyimser olmaktan hiç vazgeçmedim. Bu belki de en sevdiğim özelliğim. B*kun içinde debeleniyor da olsam bir anın geleceğini ve benim oradan çıkacağımı hep biliyordum. Hep inanıyordum kendime. Bir sevdiğim şöyle demişti "Belki de korktuğun şeyler yaşadıklarının yanında hiçbir şeydir." düşündüm.. En sevdiğim özelliğim olma yolunda kapışacak bir diğer özelliğim de "düşünmek" olabilir, ikisi kıyasıya yarışırlar.
İnsanlarla göz teması kurmayı sevmem dikkatimi çeken herhangi bir cümle kurarlarken gözleri ile temas halinde isem o bakışları zihnimde kalır; korkuyorum, üzgünüm, ne yapacağım bilmiyorum... Sevdiğim insanların mutluluklarının değil hüzünlerinin zihnimde kalıyor olması bana kötü hissetiriyor ve bu yüzden de insanların gözlerine bakmayı çok fazla sevmiyorum. Ama artık zihnimden temizleyebiliyorum gibi bakışları ama konumuz bunlar değil. İnsanların kurdukları cümleleri düşünüyor kendimce muhakeme ediyorum. Bu da sevdiğim özelliğim. "Göğe bakmak" ve "Kendi içimde muhakeme yapmak" kıyasıya kapışırlar.. Konu en sevdiğim özelliklerime nasıl geldi bilmiyorum. :D ve asıl meseleye dönüyorum. 

Dövme yaptırmak :)
Bu da benim çocukluk hayallerimden biriydi. Ne yaptırırım, nasıl yaptırırım, ne zaman yaptırırım, çok mu acır, ailem buna razı olur mu.. bilmiyordum. Sadece yaptırmak istediğimi biliyordum. Bir şey üzerine çok düşünmenin içimde bir şeyleri karmaşıklaştırdığını da çok iyi biliyorum. Bu yüzden hemen yapamayacağım şeyler üzerine pek düşünmemeye çalışıyorum. Zorlu oluyor ama mecburen yapmam gerekiyor..

"Ne zaman bilmiyorum ama dövme yaptırmak istiyorum."
"Saçmalama günah!"
..
"Bir gün ben de dövme yaptıracağım."
"Günah!"
..
"Ben dövme yaptıracağım!" 
"Kendi kararın."

Bazen diğer insanların değil, kendi hayatınız için olan cümlelerin sonuna "sizin" ünlem koymanız gerekir. Diğer türlü insanlar sizi yönlendirmeyi kendilerinde hak sanıyorlar. Konu tartışmaya açık değildi yaptıracaktım. Bu benim hayatımdı ve başkaları için yaşamayacaktım. İsteklerimden hayallerimden başkaları için vazgeçmeyecektim. Öyle de yaptım. 2-3 dövmeciye gittim ne istediğimi biliyordum ama yaptırmak için insanın da içime sinmesi gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta sürekli vücudumda taşıyacaktım ve yapacak kişinin bana güven veriyor olması gerekliydi. Ama güven aradığım 3 dövmecide de bulamadım bu güveni. Sonra çok düşündüğüm kanısına vardım. Bir sonraki gideceğim yerde çok düşünmeden yaptıracağım diye niyetlendim. Tanımasam da aileden birinin dükkanına gidiyor olmamın da verdiği rahatlıkla yaptırdım dövmemi :) 

Fernweh 🕊🕊🕊
Almanca bir kelimeydi Fernweh. Tam olarak bir kelimede Türkçe'ye çevrilemiyordu. Google çeviride "yolculuk tutkusu" diye geçiyordu ama anlamı daha derindi "Daha önce bulunulmayan uzak yerleri özleme hissi. Gitmek ve keşfetmek arzusu." diyordu bir kaynakta. Diğerinde ise "Uzaklara özlem duymak, hiç bilinmeyen, gidilmemiş, görülmemiş yerlere duyulan hasret." diyordu.

Özetle yüreğimde asla kendimi bir yere ait hissetmeme duygumu açıklıyordu sanki. Hep uzakları özlüyordu yüreğim. Hiç gitmediğim, insanlarını bilmediğim, yüreklerini tanımadığım, sokaklarını yürümediğim, bisikletimle dolaşmadığım, oturup bir kafe de kahve içmediğim, sahaflarını gezmediğim, kıyılarındaki hayatı imrenmediğim, insanlarını tanımaya çalışmadığım.. Hep başka diyarlar geçiyordu içimden. Gitme düşüncesi sarsa da tüm benliğimi, ben kalıyordum. Bu benim seçimim olmadığından daha bir dayanılmaz oluyor mutsuzluğu, hüznü..
Fernweh bana beni hatırlatacak bir kelimeydi. İçinde özlem barındırıyordu ve nitekim umut. Umut da bana; gökyüzünü, gökyüzündeki kuşları anımsatıyordu. İşte kuşların da hikayesi buydu. Nasıl ki doğduklarında alçalmadan yükselmeyi öğrenemeyeceklerini bildiklerinden düşmeyi göze alıyorlar, nasıl ki göç etme mevsiminde tüm zorluklara rağmen uçmaktan vazgeçmiyorlar.. 
Ben de inanmaktan vazgeçmiyorum. Ve göğe bakıyorum. Güzel olacak günlerin hatırına.

Bisiklet dövmesini de beni bilen anlar,
Severim,
çok.. 🚲 

Şair konu ile ilgili şöyle diyor;

"Hayaller,
 Hayallerimiz.
 Ya gerçek olacaklar 
 Ya da biz bu inançla öleceğiz.
 Olsun, ikisi de güzel.."

İkisi de güzel.. 











18 Kasım 2024 Pazartesi

Dökülüyorum, yaprak yaprak..

Dökülmek..

Gözlerim daldığı anda "Dökülmek" üzerine düşündüm. Zihnimde kimin söylediğini hatırlayamadığım işin aslı nasıl bir cümle olduğunu da net hatırlamadığım bir alıntı dönüp duruyor. " Yaprak dökmek sadece ağaçlara mahsus bir eylem değil! " Kendime göre şekillendirdim mi bilmiyorum ama buna benzer bir şeydi cümle. Sonbahara mahsus bir özellikti ağaçların yaprak dökmesi ama insanların yaprak dökmesi?..

"İnsan; anladığı ve anlaşıldığı insanla çiçek açar." diyor yazar,

Ve bence insan; kıymetli hissettiği yerde çiçek açar, kıymetsiz hissettiği yerde bir bir döker yapraklarını.. Ne de olsa " Yaprak dökmek sadece ağaçlara mahsus bir eylem değil! "

Bir bir döküyor muşum gibi yapraklarımı. Bir yanım bilincinde baharda tazelenebilmek için dökmem gerektiğini yapraklarımı, kışa direnmem gerektiğini... Yine de buruk bir yanı var çünkü biliyorum asla aynı yapraklar olmayacak dallarımda. Ağaç gönül koyuyor belki yaprağa kurudu diye, sen var olacaksın diye geçirdiğim kış boşuna mıydı? diyor.. Ama işte ağacın cinsinden, yaprağın yapısından böyle..

Zeytinlikte var olan incir ağacı belki de kendisini zeytin sanıyordur. Bu yüzdendir yaprakları dökülürken ki hüznü. İçinde bir yerlerde hissetse de farklı olduğunu yine de onlar gibi sanıyordur kendini. Zeytin ağaçları yaprak dökmezken kendisinin sürekli bu döngüye maruz kalması canını acıtıyordur belki. Kızıyordur da yapraklarına, gitmeseniz ne olur sanki diyordur. Gitmek zorunda mısınız? Zeytin ağacının yapraklarına baksanız, özenseniz ve kalsanız benimle hep?

...

Zeytinlikte var olan incir ağacının yaprakları hüzün doludur belki. Yorulmuşlardır her mevsim dökülüp dökülüp tekrar yeşermekten. Bir denge olsa da biz de zeytinin yaprakları gibi hep var olsak diyorlardır. Belki onlar için de zordur ağaçtan ayrılmak, bırakmak onu bir başına.. O kışın soğuğunda, yağmurunda, rüzgarında, fırtınasında... Bir başına bırakmış olmak ağacı, yaprağı da incitiyordur belki.. Gitmesem kalabilsem ne olur sanki diyordur, bir başına kalmasa.. Kıskansam zeytinin yapraklarını, tercih edebiliyor olsam ve kalmak istesem onlar gibi.. Gitmek zorunda olmasam..

Konu nasıl zeytinliğe, incir ağacına, incir yaprağına geldi bilmiyorum. Amacım teşbih yapmak falan da değil. Gerçekten çok üzülüyorum dökülen yapraklara hiçbir benzetme yapmaksızın ve üzülüyorum kendime, sonbaharı en derinlerimde hissettiğim için. Ezcümle ile üzülüyorum dökülüyor olmama, yaprak yaprak.. Zaten nasıl dökülüyormuşum gibi hissetmeye başladığımı da bilmiyor ve hatırlamıyorum. Bir anda oldu her şey. İncirin yapraklarını dökmesi bir anda değildi, belliydi o yaprakların yavaş yavaş kurumasından döküleceği. Ama ya benim? Belli miydi ansızın kuruyacağı içimdeki çiçeklerin?.. Belliydi de ben mi göremiyordum? ahh ahh .. Nasıl da dökülüyorum, yaprak yaprak..

Ama işte içimde, derinde, kuytu köşe bir yerlerde umut hep, göz kırpıyor bana. Biliyor çiçekler açacağı günün de geleceğini. Ahmet ÜMİT çok güzel özetliyor durumu. Diyor ki;

" Umudunu kesme. 
Bir ağaç kurumamışsa, 
Bu mevsim değilse öteki mevsim çiçek açar. 
Bu mevsim değilse öteki mevsim meyve verir. 
Yeter ki ağaç kurumasın. "

Ben diyorum ki ;
Canım kendim,
Ben senden razıyım. 
Ne yapmışsan ne yapacaksan..
Arkandayım.




30 Ekim 2024 Çarşamba

Binlik Viski,

 Saatlerdir önümde açık duran blog sayfasına sonunda bir şeyler yazmaya başlıyorum. Ama asıl mesele yazmaya başlamak değil, yazmayı bitirmek. Eylül yazmaları dışında bişi yazmamışım gibi ama aslında sonunu getiremedim hiçbir yazının. Bu yazının sonunu getirebilecek miyim? Bilmiyorum.. Ama yine de yazıyorum ve bu da bir şeydir diye düşünüyorum..

Ofis ortasında dertli dertli şarkıları ile efkarlandırıyor ihracat müdürümüz hepimizi. Bugün de yanıma gelmiş dedi ki 

" İlayda benim bir isteğim var benim için bir talep formu doldurabilir misin?" 

" Elbette abi neye ihtiyacın var?" dedim.

" Viski. Talep formu doldur bana şuraya binlik bir şişe viski aldır yaa. Ben böyle çalışamıyorum. Arada bir, bir duble içsem motive eder o beni. Aldır, gözünü seveyim yaa.."

" Tamam abi aldırayım.."

Binlik viski var mı bilmiyorum lakin bildiğim bir şey var ki bana da lazım bir duble bir şeyler ama viski sevmem.. Votka mı aldırsam veyahut baileys derdimize çare olabilir. Baileys li kahveler.. :)

Acıların içinde sevinçler, sevinçlerin içinde de acılar..

Şarkıların sözleri nasıl dolduruyor zamansız gözlerimi.. dönüp dolaşıyor kulağımda, zihnimde, kalbimde.. takılı kalıyor yankılanıyor..

Diyor ki "Yine bugün hatırıma sen geldin" 🎶

Diyor ki  "Yaşamak bana uymuyor" 🎶

Ve ben de diyorum ki; 

ah..

30 Eylül 2024 Pazartesi

Son "Eylül" Akşamı,

Son "Eylül" akşamı,
Bu bir "Eylül" yazısıdır. Yayınladığımda tarih "1 Ekim" i gösterse de inanmayın sakın. Zira yazmaya başladığım saat 23.28, son demdir bu yazı, Eylül 'ün son demi. 
Eylül geldiğinde hissettiğim neşe ile doğru orantılı Eylül'ün gidişine hissettim burukluk.. 
Aslında bir şeyleri uçta yaşadığımda zıttı ile var olacağını biliyorum. Tüm hislerin, duyguların, olayların... Pozitifliğini hissettiğin bir şeyin aynı oranla negatif yanı olacağını duymuştum. Kendimce bir süzgeçten geçirdikten sonra inanmıştım bu duruma. Eylül'ü çok severim, en sevdiğimdir. 11 ay bir yana Eylül bir yanadır benim için. Gelişi ile mutlu olduğum kadar gidişi ile de üzülürüm...
Bu Eylül 3-5 gün sürmüş gibi.. 
Hissedemeden Eylül'ü , essiz sedasız geçip gitmiş gibi...
"1 Eylül yarın" diye mutlu oluşumu hatırlıyorum. 
Ama sanki dündü.. 
Kısacık hissettiğim Eylül gitmeye niyetlendiğinde çöktü bir burukluk yüreğime. 1 hafta- 10 gündür de gitmedi. Eylül gidiyor ama yüreğimdeki bulutlar gitmiyor. 
Bulutlu bir havada,
"Yağmak için yağmuru mu bekliyorum acaba?.." diye geçirmiştim içimden. Yağmur da yağmadı, ben de.. 

Bu ara sürekli "Neyin var? , Bir şey mi oldu? , İyi misin sen? , Canın neden sıkkın? .." gibi sorular yöneltiliyor bana.
"İyiyim, bir şeyim yok." Deyince de halime üzülüyorlarmışcasına bir ifade beliriyor yüzlerinde.. 
Ama tüm içtenlikle söylüyorum ki, gerçekten bir şeyim yok. En azından idrak edebildiğim bir durum söz konusu değil. Kimseyle bir kavgam yok, kırgınlığım, kızgınlığım.. yok. 
Kendimle bile yok. Sadece .. Bilmiyorum. 
Duyguları uçta yaşamaktansa duyguları anlamlandırmak çok daha sağlıklı bir durummuş. Yani şunu demek istiyorum, birine kızgınken ona daha çok kızmak yerine şuan çok kızgın olsan da bir süre sonra bunun şiddetinin azalacağını bilerek ne hissettiğini kendine söylemek kızgınlığının başka yanlış şeyler yapmana vesile olmasının önüne geçebilirmiş. Haklı buldum bu durumu da..

Ben sanırım bu ara herkesi haklı buluyorum..
Haklısınız, haklısınızdır, muhakkak haklısınızdır ama hep haklısınızdır...
Ah..
Nasıl yorgun yüreğim.
Nasıl karşı koyamıyor size, kimseye..
Öyle miymiş? 
Öyledir.. 

"Sevgim acıyor 
Kimi sevsem 
Kim beni sevse 

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle.."
..
Eylül de gider Ekim de..
Giderler yani, 
Doğalarında var.
Gelmek de- gitmekle var oluyor..
Herkes gider.
Cem abiye de öyle söyleyin!
"Herkes gider diyin!"

Lakin biri de bana söylesin 
Ne zaman gelirler?
Umutlar, sevinçler, içten kahkahalar.. 
Gelmeyeceklerse bari Yağmur'un ne zaman geleceğini söyleseler?..
Yağmurun yağması iyidir.
Derler ya hani "hava karardı da karardı, yağsa rahatlayacak"
Çok bulutlandım,
Bir yağsam, yağabilsem 
Rahatlayacağım belki.

"Eylül" diyorum, gitti..
"Yağmur" ne zaman gelir?
..

26 Eylül 2024 Perşembe

Çünkü tek şansımız, YAŞAMAK..



(Gitmek için yanıp tutuşurken bir yanım... 
Diğer yanım neden böyle..
Neden böylesine sancılı gitmek?
Sanki içimde bir buhran büyüdükçe büyüyor..
Bir ben vardı bende. Gözlerinin içi gülen. Dün gece oturduk da bir kaç kadeh bir şey içtik. “Nerelerdeydin ya sen?” dedim.
“Derinlerdeydim..” dedi.
“Ne çok özlemişim seni.”dedim.
Birbirimize şefkatle gülümsedik.Şimdi de oturduk valiz hazırlıyoruz..
Bir ben vardı benim içimde, aldım yanıma.
Hüzünlerim vardı, koydum valizime.
Sancılarım, 
Ağlamalarım,
Buhranlarım, 
Heveslerim,
Umutlarım,
Heyecanım,
Vurdumduymaz kahkahalarım,
Hunharca mutluluklarım..
Koydum valizime...
...
Kıyıda köşede ne varsa bana dair hepsini koydum valizime. Sadece 21 yaşıma dair de değil. Ne varsa 21 yaşıma kadar. Sadece iyi olanları almadım. Acı tatlı her şeyi koydum valizime. İnanıyorum ki acılarımızı da sevinçlerimizi de sahiplenmeliyiz.. Çünkü hepsi biziz, hepsi bize dair şeyler..
Valizi kapatmaya gelince sıra nasıl da zordu. Ama bir ben vardı benim içimde. Her zaman bana yardım eden. Kapattık birlikte güzelce valizi. “Vakit tamam” dedim. “Ee hadi o zaman” dedi..
Çıktık yola. Gidiyoruz..
Sait Faik in de dediği gibi
“Götürüyorum..
Havadaki bulutu
Kovama doldurdum.
Götürüyorum...”
Bana ait ne kadar şey varsa koydum valizime.
Götürüyorum, gidiyorum..
Şarkılarda da hep bir haklılık hakim.
Kulaklığımdan yükselen sesler diyor ki,
“Tek şansım yaşamak
En sonunda bu iş olacak”
Öyle işte..
Tek şansım yaşamak. İçimdeki beni görmezden gelmeden, kucak açarak ona..
Çünkü yaşanacak bir hayat var.
Çünkü tek şansımız, YAŞAMAK..)

Tuhaf.. 
2023 de tam bir sene önce yazmışım bu yazıyı ve çok daha fazla bir hüzün hissetmiştim 2024 de ama o zaman bir şey yazdım mı ne yazdım hatırlamıyorum. Sadece hissettiğim hüznü, burukluğu ve gözyaşını hatırlıyorum.. 

Genel olarak kısa sürede insanlara alışmadığım - bağ kurmadığım söyleniyor bana. Aynı kişiler tarafından tekrar tekrar söyleniyor. Yani bu demek oluyor ki onların yanılma durumu da yüksek bir ihtimal. Ama bana bir cümle kurulduğu zaman zihnimden bunu çıkarttığımda günlük akışta kaldığımda da zihnimde ve kalbimde söylenilen sorgulanıyor ve olaya bir neden bulmadan arkaya ittiremiyorum, sürekli aklıma geliyor. Bu da bir süredir aklımı kurcalıyor. Çok fazla alışmayan, bağ kurmayan biri miyim? Sevdiğim bir arkadaşım bunu duysa "saçmalama  sen her şey ile bağ kuruyorsun, sürekli duygusal bakıyorsun" der dalga geçerdi, kızardı da alttan alta. Ama bir diğer sevdiğim kişi " sen insanlara çabuk alışmıyorsun - bağ kurmuyorsun, ben öyle değilim hiç, hemen alışırım, senin yapın bu herhalde, üniversiteye geldiğinde de Çandarlı'yı özlemiyor gibiydin, hemen alıştın, mutluydun-heyecanlıydın-neşeliydin, üzülmemiştin, mesela birlikte kaldıktan sonra ben eve gidince tuhaf hissediyorum-özlüyorum söylüyorum da özledim diye sen özlemiyorsun pek.. karakterin bu herhalde.." diye söylüyor bir süredir. Tabi benim içimde hissettiklerimi pek düşünen bir insan da değil sanırım. Sürekli olarak sadece halime ve hareketlerime bakarak yorum yapıyor, yüreğime bakmıyor hiç.. 

Şunu söyleyebilirim ki normalde sağ beynimi kullanan biriyimdir ama bunda sanki sağ beyinim ile hareket ediyorum. Benim için neyin iyi olacağını düşünüp bununla mutlu olmak istiyorum ya da sadece üzülmek istemiyorum.. Evet arkadaşlarımı çok sevebilirim ama onlardan ayrıldıktan sonra ayrıldık ya yı düşünmek yerine onları ne kadar sevdiğimi fark etmeyi ve daha çok sevmeyi tercih ediyorum. Daha cazip geliyor bana üzülmektense sevgiye odaklanmak. Ağlamaktansa gülümsemek.. 
Üniversite hayatım için önemliydi, yapabilmiş olmanın mutluluğunu ve geride kalmış yanım'ın hüznü vardı içimde ama güzel olana odaklandım. Bakın yukarıdaki yazı Üniversite 2. sınıfın başlangıcında yazılmış yani 1 sene zaten evden uzakta kalmışım ama buna rağmen içimde acı bir burukluk var. Ama biraz daha derine inersem ki aslında inmesem daha iyi çünkü o derinlerde acılar var ama yine de bir kenara çekebilmek için bu düşünceyi zihnim ve kalbim ortak bir karara vararak kabullenmesi gerek.

Bugün işe gelirken bir anda ortak karar aldılar neden güzel şeye odaklanıp üzülmediğim konusunda. 
Bundan yıllar yıllar öncesi tahmini 1.-2. sınıfa giderken yani ortalama 7-8 yaşlarında iken Şubat tatilinde anneannemin-annemin yanına giderdim. 1hafta orda kalmama rağmen oraya çok çok fazla alışırdım, şuan bunu yazarken bile hissedebiliyorum o zaman hissettiğim mutsuzluğu, içimden gelen sonsuz ağlama isteğini.. Annemi yılda görebildiğim süre max. 2 gün olurdu ve o 2 güne 1 yılı sığdırmaya çalışırdım. Olmazdı tabi ki sığmazdı, sığamazdı.. Sığdıramıyor oluşumun başarısızlığı, hüznü, mutsuzluğu dolardı yüreğime, gözyaşlarıma.. Sayısını unuttuğum kadar çok kez İzmir yolu boyunca ağladığım günler var benim. Bunu hep kendime haksızlık olarak gördüm. Kendime engel olamıyorum diye kızardım, çok kızardım..

Sonra güzel şeylere odaklandım. Annem ile ilgili kısımda değil elbette orda güzel bir şey yok. Ama diğer insanlarla ilgili de aynı durumu hissettiğimde güzel şeylere odaklandım. Güzel bir günün ardından eve giderken eve gitmek istemeyen, sevdiğim insanlardan ayrılmak istemeyen yanıma dedim ki; nasıl güzel bir gündü, nasıl güzel zaman geçiriyoruz, bundan keyif alıyoruz, nasıl çok seviyorum ben onları.. Bunlara odaklanmaya başladım. Güzel şeylere odaklanmak olumsuz yanları yok etmiyordu ama bir tık da olsa iyi hissettirebiliyordu. Sonra olumsuz şeylerde de bunu yapmaya başladım. Beni üzen şeylerde, yoran şeylerde, kötü hissettiren durumlarda.. 
Bunu yapmayı bu şekilde öğrendim işte..

Şimdi diyebilir misiniz ki "bu senin yapın herhalde" "bu senin karakterin" bu benimle ilgili bir şey değil bu hayatın bana öğrettiği bir şey.. Bazen kendimizi korumak için, daha iyi hissetmek için yollar buluyoruz kendimize. Sanıyorum ki bu da benim yöntemim. 

Ve hala geçen sene yazdığım şeye inanıyorum. "Tek şansımız, YAŞAMAK" ..
Hepimizin önünde birer hayat var ve asla bu günü bir kere daha yaşayamayız. 26 Eylül 2024 ü bir kere daha yaşamayacağız, yaşayamayacağız.. Bu yüzden tüm içtenlikle söylüyorum ki, yaşamalıyız. 
Bazen olmuyor biliyorum. Gerçekten biliyorum. Ama çabalıyoruz, Çabalayacağız..

Ve biz "YAŞAYACAĞIZ!" çünkü; 
                           
Çünkü tek şansımız, "YAŞAMAK" 

















22 Eylül 2024 Pazar

Doğruluk mu? Cesaret mi? ; Bence "Özgürlük"

 

Tatilde içmek için alınan kahvelerden kalanı 3-5 paket kahveyi sorgusuz ben atmıştım çantama. Çünkü kahve, sek kahve kırmızı çizgimdi.. Ender de olsa sütlü içerdim fakat hiç sevmezdim içinde şurup ve şeker barındıranları. Kahvenin aslında ne olduğunu bilmediklerine inanırım sadece şuruplu kahve içen insanların. Kahvede şekeri biraz tolere edebilirim lakin çayın şekerli içilmesine karşıyım, sıcak su içmekten farksız kanımca.. 

Kahveleri aldım elime 3'ü bir arada yı Ezgi'nin çantasına attım sonra sek olanını da bölüştürdüm ikimize. Şimdi çantamdan çıkardım da kahveleri kıyamadım yapmaya (her şeyi duygusallaştıran yanımın varlığından haberdarım ama bu beni o kadar da rahatsız etmiyor) Kahve kokusu sarsın da istedim evi bir yandan, gittim ve filtre kahve yaptım. koku hafiften sardı ortalığı. Bu sevdiğim bir şey, üstelik gece yarısına doğru ilerliyor ise zaman ve yazmak geçiyorsa içimden..

21 Eylül de fotoğrafı çekildikten hemen sonra oluşmuştu bu başlık aklımda. Dün 2 günlük tatilin 2. gecesi idi. Gece dışarı çıkarız diye düşünmüştük sonra değiştirdik fikrimizi dedik çıkıp dolaşalım, güneşi batıralım, eve dönüp film izleyelim, tekila içelim.. :) Planlananın dışına çıkmanın da zevkli olduğunu gördüm. Çıktık, dolaştık, fotoğraf çektim, kahve içtik, sevimli kişilerle tanıştık, liseden bahsettim üni. arkadaşlarıma, eve geldik yemek yedik, "In Time" ı izledik, üzerine konuştuk nasıl olurdu acaba diye düşündük, film bitince dedik oyun oynayalım, "doğruluk mu? cesaret mi?" 23:30 du oyuna başladığımızda 04:00 du uyuduğumuzda, soruları biz hazırlamadık uygulama üzerinden oynadık bu yüzden olay biraz özelleşti, tek seçenek vardı bizim oyunumuzda, doğruluk seçildi istisnasız hepsinde ya soruya cevap verilecekti ya da önündeki tekilla bardağını dikecektin kafaya:D, başlangıç çok hızlı ilerledi, zorlanacağımız tüm sorlardan tekillaya sığındık sonra baktık ki vücut ısımız iyice yükseliyo durduk ve elimizden geldiğince cevap vermeye başladık, tekila şişesinin ortasına çok hızlı gelindi ama şişe saat 02:00-02:30 gibi bitti :) , hele son bardaklar o kadar çok dayandı ki.. , normalde olsa çok takılmaz içerdim ama oyundu ya içmek kaybetmek demekti(normalde bir kazanç oysa:) )  ortalık biraz özelleşti, biraz çirkinleşti,biraz neşelendi,biraz hüzünleşti.. Her şey oldu biraz :) İlk oyunumdu ama acayip keyifliydi bir sonraki oyun için fazlaca tekila lazım kanısına vardım :) 

Bugün eve dönünce üstelik yarın iş olduğu gibi de bir gerçek olunca büyüdüğümü hissettim. Lakin güzel bir noktasındayım hayatın, yaşımın. Artık yapmalıyım isteklerimi ve yapıyorum da. Minik adımlarla başlıyorum ilerlemeye. Belki emekliyorum bile diyebiliriz ama her ilerleme, ilerlemedir işte.. 

Trene bindiğimde yanıma aldığım kitabı okumaya koyuldum. Kitabın ismi "Kara Kışın Gün Işığı" bu kitabı bir ders çıkışı Alsancak ta çok sevdiğim bir kitabevinde oturup kahve içerken görmüştüm. Kapağı dikkatimi çekmişti almış bulunmuştum öyle bir anda. Bugün kitabı elime alınca daha manidar bir anısı oldu bende. Benim kara kışıma artık biraz biraz gün ışığı vuruyordu. Şükürler olsun ki aydınlanıyordum artık yavaş yavaş. Dedim ya yavaş yavaş oluyor her şey. Bugünden yarına varılmıyor o düşlediğimiz yerlere fakat düşlemeyi bırakmıyor, elbet varıyoruz o yerlere. Benim de yeni düşler kurma vaktim artık. :) Yavaş yavaş yapmalı. İlerlemeli yol almalı. Daha önce kurulmuş yapılmamış hayaller var ise bakılmalı duruma. Yola nerden devam edip ulaşabiliriz o düşlere diye..

"Sözleriniz diyorum; ya paha biçilmez bir ihtimalin kavşağına veyahut karanlık bir keder çukuruna kavuşturacaktı beni o vakitten sonra. Farkında mıydınız?"

diyor kitapta. Katılıyorum ben de içtenlikle. Sözleriniz, sözlerim ya dip kuyulara indiriyor ya da umutlandırıp göklere uçuruyor. Bu yüzden ki dikkat etmeliyim,etmeliyiz.. 

Ama istiyorum ki çıkalım artık şu karanlıklardan. Gün ışığı artık bizim yüreklerimize de vursun. Paylaşalım umudu,mutluluğu,sevinci.. Ne var ise iyiliğe dair güzel bölüşelim, çikolatalı bisküvi bölüşür gibi(Çikolatalı bisküvi severim) , kahve içecekken sorarız ya hani yanımızdakine içer misin diye severiz ya sevdiğimiz şeyleri sevdiğimiz insanlarla yapmayı.. Sevdiğimiz insanlara da yayalım ışığımızı..

Özgürleşelim ama özgürleştirelim de...

Doğruluk mu? Cesaret mi?

. . .                                                                                                                                                      

Bence "ÖZGÜRLÜK" 


Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451

"Düşlerin olmadan her yer uzaktır." demiş hiç tanımadığım biri, çok iyi tanıdığım ve çok sevdiğim biri de "Okudukça düşlerine...