17 Ağustos 2025 Pazar

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk 

Güneşin doğumuna eşlik ettiğim bir günde yazayım istedim bu yazıyı. Bu yüzden kitabı  dün bırakmama rağmen yazmak için bekledim. Çünkü kitabım da bekleyecek sahibine ulaşmak için :) üstelik ne kadar sürecek bu bekleyiş bilmiyorum. Bir gün birinin gelip onu seçmesini bekleyecek. Bir gün birinin ona denk gelmesini bekleyecek. 
1 gün, 1 ay, 1 yıl.. belirsiz.

Saat 5.45 hava aydınlanmak için güneşi bekliyor, çaba sarf ediyor aydınlatmak adına. Ben ise nasıl hissettiğimi pek de bilmediğim bir şekilde uyandım. Ama uyandım. Yani bu demek ki ben de çaba sarf ediyorum. Evde herkes uyuyor, herkes uyurken uyanık olmayı seviyorum. Çok seviyorum. Biraz yatağın içinde dönüp duruyorum ve sonra uyku tekrar sarıyor bedenimi ve uyuyum. 

İçeriden sesler gelirken derin uykumdan uyandım. Hamburger hayali kuruluyordu sabahın 8 inde içeride. Restoranın kapalı olduğunu farkettiklerinde üzüldüler. Sabah sabah istedikleri şey gülümsetti. Yollara düşmeli bir sabah olacaktı benim için. Kahvaltıya zamanım yoktu. 
Kalktım ve düştüm yollara.. 

"Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk" 
Temmuz ayının kitabı olacaktı aslında ama olduramadım. O yüzden bu aya sarktı. Ama bunu Eylül ayına 2 kitap olacak şekilde telafi edeceğim. Çünkü Eylül'ü severim. Çok çok severim. Bir pozitif ayrımcılık yapacaksam bu tartışmasız Eylül'e olurdu. :). 

Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk kitabı ile yolum nerde kesişti hiç bilmiyorum. Düşündüm de hatırlayamadım bir türlü. Kitaplığımda varlığından çok mutlu olduğum bir kitap diye kalmış sadece zihnimde. 
Temmuz fazla bisiklet barındırıyor benim hayatımda bu yüzden Temmuz'un sonunda karar verdim kitabın bu olacağına. 3 kitaptan oluşan setini kendime, 1. Kitabını da hediye etmek üzere birine aldım. Sınav için Bornova ya gelmem gereken günde attım çantama ani bir kararla. Sonra bir anda Velespit kitapevine gitmeye karar verdim. Velespit kitapevi yaklaşık 1 yıldır gitmek istediğim lakin yolumun bir türlü düşmediği bir kitapçı. Sınavım bitmiş Ege Üniversitesi içinde otururken bir anda gitmek istedim ve düştüm yola. Trenden inip de kitapçıya doğru atarken adımlarımı bir yandan da bir kahveci arıyordu gözüm. Tam kitapçıya varmaya 20 adım falan kalmışken köşede bir kahve dükkanı gördüm. Girdim hemen bir kahve içtim, çantama bir anda attığım kitabı çıkardım içine notumu yazdım ve dedim ki kitapçıya bırakayım. Çok uygun bir yer gibi geldi Velespit Kitap yeni sahibini bir heyecanla bekleyen "Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk" kitabına. Kitapçı arada kalmıştı ilk gidişim olduğundan zorlandım biraz bulmakta ama biraz çabayla buldum. İçeri girdim, biraz dolaştım, ellerimi kitapların üzerinde dolaştırdım, kendime kitaplar seçtim, sonra kitapçının sahibi diye düşündüğüm çocuğun yanına gittim. "Siz mi işletiyorsunuz burayı" dedim "Evet" dedi. "İsminin özel bir anlamı var mı?" Dedim. Bisikletleri çok sevdiğini onda ayrı bir yeri olduğunu söyledi. Anneaanesi de bisikletlere hep Velespit dermiş ismi de burdan geliyormuş. Küçük sohbetten sonra "Her Ay'a Bir Kitap" ı kısacık anlatım bu ay seçtiğim kitabın orası ile çok bağdaştığını bu yüzden de oraya bırakıp bırakamayacağımı sordum. Kitabı Çocuk kitaplarının oraya koyabileceğini söyleyerek kabul etti isteğimi. 
Bisikletler, yollar üzerine kitap önerip öneremeyeceğini sordum biraz durdu "düşünmem gerek sanırım bunu biraz" dedi. Ben birkaç fotoğraf çekerken düşündü sonra bir süre ortadan kayboldu elinde 2 kitap ile geri geldi. "Bunlar olabilir diye düşündüm" dedi. Gülümsedim kitapları elime alınca. Biri "Bisiklet Mucizesi" diğeri ise "Beyaz Kalp" isimli 2 kitaptı ellerimde duran.
 "Tamam o zaman bunları alıyorum" dedim yanında birkaç kitap ve defter ile birlikte. 
Kitabımı bıraktım, kitaplarımı aldım, avare avare tren garının yolunu tuttum. Trende ineceğim durağa geldiğimi farketmediğim için gereksizce fazla yol gidip geri döndüm.
Yollar korkutmuyordu ne de olsa gözümü. Aksine seviniyordum yollarda geçirdiğim zamana.. 

Yolları bu kadar seven biri olarak bir yere zincirlenmiş olmanın ağırlığını size anlatamam. Ki zaten geceden hatırlarsınız, kuracak cümleler bulmakta zorlandığımı bu yüzden yeltenmeyeceğim anlatmaya. 
Kitapta bir karşı koyuş hikayesi çok güzel anlatılmış zaten. Bir çocuk hayalleri uğruna tüm gücünü toplamış ve çıkmış yollara. Çıkabilmiş
..
Demiş ki "Ben dünyayı Bisikletle dolaşacağım!" Bu cümlenin gücünü hissedebiliyor musunuz? Anlıyor musunuz? 
Ben hissediyor ve anlıyorum.. 

"Hiç denememektense elinden gelenin en iyisini yapıp başarısız olmak daha iyiydi" denmiş kitapta,
Katılıyorum..
Gözlerimi çevirip göğe elimdeki zincirleri düşünsem de,
Ve bazen yorulsam da hep çabalıyor olmaktan, yine de katılıyorum.
Çünkü
Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk olamadım belki ama 
Bunu düşleyen bir çocuk oldum.. 

Kitabın içine yazdığım notu şöyle bitirmiştim, 
"Hayallere, umutlara, kitaplara, yollara, bisikletlere..
Ve sana, sevgiler. :)" 
Ve şimdi bu nota sizi de ekliyorum. :)
Sevgiler.

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Tatsız Menemen,

Tatsız Menemen,

Ali Lidar şiirinde "otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime, anne dedim çay koy da içelim" diyor ya hani ben de otoban dolusu gürültüyü sığdırdım gece boyu zihnime ve ders çalışmaya çabaladım. 

Sabah 5.45 sularında uyuduğum uykumdan sabah 8 sularında kendiliğimden uyandım. Normal şartlarda aile evinde kendiliğimden uyanmam pek. Uyandırılırım bir şekil. Ama gece o kadar çok gelinmişti ki üstüme, sabah uyandırılamamıştı. Uyandığımda içerden sesler geliyordu. Belli ki uyanılmış. Sabaha kadar içimin üşümesinin yanı sıra vücudum da üşümüştü, kalkıp bir pike almayı düşünürken bir an içim geçmiş uyumuşum tekrardan. 

Üstümü birinin örttüğünü hissettim. Gözlerimi yarıladım ablamdı, "uyuyacak mısın daha?" Dedi en sevimli ses tonuyla geceki inciten o ses tonundan eser kalmamış şekilde ve ekledi "gözlerin nasıl şişmiş kaçta uyudun sen?" Cevap veremeden kapandı gözlerim. "Gelişinin şerefine kahvaltıda boyoz ve simit patlatalım sıcacık" dedi. "Menemen de yapar mısınız? Canım çok istiyor." Dedim bilinçsizce. Ve kapandı gözlerim bir kez daha. Gözlerimi 9 da net bir şekilde uyanmak adına açtığımda kahvaltı hazır olmak üzereydi. Eylül Asel yanıma gelmiş "Teyzee" diyordu. Uyandım. Eylül Asel'in masaya tabakları götürmesini hayretler içinde izledim.  Büyüyordu gözlerimin önünde. Zaman acımasızca hızlı akıp gidiyordu. Kahvaltıya simit alındığını farkettim poşetleri görünce hayal meyal hatırlıyordum uykulu bir şekilde gerçekleşen simit alma konuşmasını. Yengemin masaya domates ve biber kavurmasını koydu. Ablam bir anda yükseldi "Menemen yapmıyor muydun? İlayda'nın canı Menemen istiyormuş dedim ya, Menemen yapıyorsun sandım." Dedi, keşke her isteğim uğruna bu kadar destekleyici davranılsa diye düşündüm. Ayrıca Menemen istediğimi söylediğimi o an dile getirilene kadar da düşünmemiştim. Rüya falan sanmıştım. Bu ara gerçek ve rüya çok giriyordu birbirine. Masadan domates biber kavurması alındı ve derhal Menemene çevrildi. Gerek yok desem de dinlenmedi ve o Menemen yapıldı. Gece de dinlenmemiştim beni hatırladım yine. Lakin bu defa iyi bir şey adına. O Menemen nedense hiç güzel gelmedi bu sabah. Oysa yengem çok güzel yapardı Menemeni ama ağzımda tat tuz yoktu belli ki.

Kahvaltıdan sonra otoban dolusu gürültüyü kafama sığdırıp soru çözmeye çalıştığım gecenin sınavına gitmek üzere çıktım evden. Geciktim. Geç kalacağımı düşündüm ama vazgeçmedim ve gittim. Ucu ucuna yetiştim sınava. Belki bir iki bir şeyi iyi etmeye çalıştım.. 

Sınavdan sonra kitapçıya uğradığım ve iyi hissettiğim kısacık andan sonra eve döndüm. 
Dünkü üzerime fazlaca gelinmiş geceden sonra bugün bir sevecenlik vardı herkesin üstünde. Sanki bir önceki gece benim canıma okunmamış gibi o balkon masasında, yine yerimizi aldık. Çay konuldu. Çay konulurken alkol içmek istediğim düşünüldü. Bir olur mu acaba sorgulandı. Sonra çaylar konuldu bardaklara. "Kupa istiyorsun değil mi? " dendi. Kupa severdim bilinirdi. "Evet" dedim. Çay içildi. Dünkü geceden daha iyi etmek ister gibi geceyi..
Gökyüzünden çekemedim bir türlü gözlerimi.  2 yıldızın kaydığına da şahit oldum. Sabahlara kadar ağlamak istediğim geceler oluyordu. Günler boyu uyumak istediklerim de.. ama bu gece susmak istiyordum. Sustukça dertlendiğim düşünülüyordu görüyordum. Lakin kelime bulamıyordum birbiri ardına getirip cümleler oluşturmaya. 

Kupamda sıcağını koruyan çay. 
2 bardaktan sonra kalktım ve bardak değiştirdim. 
Bir kadeh şarap koyup tekrar çıktım balkona. 
"Ne o?" dendi, 
"Şarap" dedim. 
Sessizleşildi.
Kelimelerim yoktu çünkü cümleler oluşturmaya lakin,

"Ah" geçiyordu içimden. 
Gökyüzünden yıldızlar..

7 Ağustos 2025 Perşembe

Kurşun Kalem İle Yazılmış ; Amsterdam

Kurşun Kalem İle Yazılmış : Amsterdam,

Üniversite 2. Sınıftaydım öğretmenimiz bir şehir seçip orayı araştırıp sınıfta sunum yapmamızı istemişti. İşin garibi Türkiye'de olmamıza rağmen Türkiye'den şehir seçen öğrenci sayısı çok çok azdı. Benim seçimim Amsterdam'dı. Her zaman içimi sıcacık etmişti bu şehrin düşüncesi. Hiç düşünmemiştim seçerken. Öyle bir anda heyecanla yükseltmiştim sesimi "Amsterdam olacak benim şehrim" diye. Sesim o kadar gür çıkmıştı ki hoca duymuş gülmüş kardeşinin de orda yaşadığını söylemişti. Güzel bir şehirdi yaşanılırdı, yaşanmalıydı..

Aradan yıllar geçti. Yeni bir Ülkenin yeni bir Şehirde yaşamanın endişesi, korkusu, heyecanı, neşesi, merakı.. Her şeyi vardı üzerimde. 1 ay olmuş 2. Aya doğru evriliyordu geleli çocukluk hayallerimin şehrine. İlk ay yasal işlemlerle uğraştığım ve her şey bir anda olduğu için işlemler nihayet bittikten sonra yeni yeni idrak ediyordum yepyeni bir hayata başladığımı..

Kendime Helmersbuurt da küçücük bir ev kiralamıştım. O kadar küçüktü ki ev değil stüdyo deniyordu. 1+0 dı çünkü. Bütçem buna yetmişti. Üstelik bu şehirde ne kadar kalacağım belli de değildi. İş hayatıma biraz burda devam etmem gerektiğini gidip gidemeyeceğimi sormuştu müdürüm. "Giderim" dedim. Önünü arkasını hiç düşünmeden. Böyle biriydim çünkü biraz ben. Hesap kitap yapmayı çok severim ama olmayacak şeyler yüreğimde ağırlık oluşturduğundan pek hesaplı kitaplı da yaşamam.  Birbiriyle bağlantısız gibi ama konumuz bu değil. Bir anda olmuştu her şey "giderim" dedikten sonra. Ve işte artık o hayallerimin şehri Amsterdam da bir başımayım. Korkuyorum. Lakin hep korkularımın üstüne gittim yaşamım boyunca. Sonunda da hep güzel şeyler oldu..

Amsterdam'a geleli 1 ay olmasına rağmen henüz çıkıp keyifimce dolaşma fırsatını hiç bulamadım. Sürekli koştur koşturdu işler. Ama nihayet her şey yoluna koyuldu. 2 gün sonra Türkiye'den arkadaşlarım beni ziyarete bile gelecekler. Yani o denli rayında ilerledi her şey. Dün de nihayet 1 haftadır beklediğim kargoyu teslim aldım. Bisikletim Türkiye de kalmıştı. Bisikletler Ülkesinde bir süre yaşayacak olmama rağmen bisikletsiz gelmiştim bu şehire. Her şeyin yoluna girmesini bekliyordum kargo yapmalarını istemek için. Ve nihayet girmişti ve kavuşmuştuk bisikletimle. Yeni bir bisiklet almıştım kısa süre önce. Yeni yerlerde bisiklet sürmek için taşıması kolay olduğundan katlanır bir bisiklete ihtiyaç duymuştum. Bir de çanta almıştım sığabildiği. Defterimle, kalemimle dolaşmaya bisikletim de dahil olmuştu artık..

Yirmili yaşlarımın başını hatırlıyorum da büyüdüğüm yerde ezbere bildiğim sokaklarda dön dolaş bisiklet sürmekten bıkmıştım. Bugün ise hiç bilmediğim sokaklarda çevirdim pedallarımı. Üstelik hiç acele etmeden. Hiç hız yapmadan. Sanırım ezbere ilerliyor olmak hız yapmaya teşvik ediyordu insanı. Zaten biliyordum ordaki evleri, insanları, çiçekleri, ağaçları, hayvanları, sokakları, çukurları.. Bu yüzden de sakince bakma ihtiyacı duymuyordum etrafa.
Ama bugün..

Mart'ın ilk haftası gelmiştim şimdi ise Nisan'ın ikinci haftası başlamak üzere. Bugünü kendime ayırdım ve bisikletimle şehiri dolaştım biraz. Sabah erken saatte çıktım kutu gibi küçücük evimden. Evim Vondelpark'ın hemen kuzeyinde. Evi burdan bilerek tuttum. Sakinliği seviyorum çünkü. Yeni bir Şehirde yeni insanlarla hemen içli dışlı olmak istemiyorum. Biraz tanımak istiyorum. Biraz sakin kalmak istiyorum. Evden çıkıp Vondelpark a doğru çevirdim sabahın ilk ışıklarında direksyonumu. Bu denli büyük yemyeşil bir parkta ilk defa çeviriyordum pedalları. Sakindim, mutluydum, heyecanlıydım..
Benim büyüdüğüm yerde deniz kenarları vardı. Kenarları demek de çok doğru sayılmaz aslında Ege Denizi vardı çünkü sadece. Şimdi kanalların yanında sürüyordum bisikletimi. Amsterdam büyülüyordu insanı. En çok da beni.

Lomanstraat dan geçerken öyle büyülendim ki. Tünelli bir yol en çok bu kadar güzel olabilirdi. Durdum ağaçların tüneli oluşturduğu sokağın başında sırt çantamdan fotoğraf makinemi çıkarttım ve birkaç kare çektim yüzümde kocaman gülümseme ile. Roemer Visscherstraat a vardığımda durdum ve birkaç fotoğraf çektim yine. Sanki her noktası fotoğraflamalıydı bu şehrin. Her sokağı, her Evi, her köşesi.. fotoğraf çekerek geçecekti günüm besbelli. 7 farklı ülkenin mimarisinde evler bulunan bu sokak düşündürdü beni bir hayli. Blogumda bir gün yer vermeye karar verdim bu meseleye. Müzelerin olduğu kısmı biraz hızlı pedal çevirerek geçtim diğer yerlere oranla. Çünkü arkadaşlarım geldiğinde birlikte gidecektik müzelere, biletleri almıştık o yüzden vakit kaybetmeden başka sokaklar görmek istiyordum. Negen Straatjes e geldiğimde o büyülü Amsterdam'ı biraz daha hissettim içimde. 4 kanal nasıl olur da 9 caddeyi bağlar diye düşünmüştüm geçmiş zamanda. Görmek apayrı bir keyif verdi. Kalabalık içinde varolmak istemeyen ben burada biraz varolmak istedim. Durdum küçük şirin bir cafe kestirdim gözüme ki buranın tüm kafeleri çok güzel bence. Bisikletimi katladım oturduğum masanın yan tarafına köşeye yerleştirdim ve kitledim. Bisiklet şehri olmasına rağmen bisiklet hırsızlıklarının çok olduğunu duymuştum Amsterdam da bu yüzden elbette ki tedbirli davrandım. Bir filitre kahve ve kurabiye sipariş verdim. Burada hemen her sokakta kurabiye ve kahve bulunabiliyordu bu muazzam bir şeydi bana kalırsa. Kahvemi içtim ve kurabiyemi yedim dingin bir ruh hali ile. Biraz dinlendikten sonra Jordaan'a doğru çevirdim rotamı. Karanfillerin her rengini tarlalara gitmeden bile her yerde görebiliyor olmak çok güzel, renk çümbüşü mükkemmel. Tam da mevsimiymiş Nisan, her yer rengarenk karanfil. Renk çümbüşü olan Amsterdamı daha güzel hale getiriyor bu durum. Jordaan daki sokaklara çiçek isimleri verildiğini görünce gülümsedim. Çok güzel bir detay gibi geldi bu durum bana. Bisikletimi sürmeye devam ettim. Van Stapele ye varmak ve kurabiye almak istiyordum yine. Fakat vardığımda çok kalabalık olduğunu görünce başka bir güne bırakmaya karar verdim burdan kurabiye almayı. Neredeyse Dam meydanına kadar varmışken kıyısından geçip meydana varmıyorum. Çünkü çok çok fazla insan var gibi geliyor gözüme. Damrak a doğru ilerleyip kanalın dibindeki yamuk evleri görünce biraz telaşlanmadım değil. Fakat etrafta bu kadar çok bisiklet süren insan olunca buna şaşıyor sürekli buna gülümsediğim için de telaşım çok uzun sürmüyordu. Bir patates canavarı olarak ki gerçek bir canavar, Şehirde bu kadar çok patates satan yer beni acayip mutlu hissettiriyordu. Her yerde istediğim gibi patates bulabiliyorum. Bu sefer de patates yemek için bir mola verdim. Çok güzel bir cafede sipariş verip patatesimi yanında da biramı içtim. Kanal turu yapanları izledim ve ilerki bir zamanda benim de kanal turu yapmak istediğime kesinlik getirdim.

Red Light sokağının da kıyısından geçiyorum için için salak salak sırıtarat. Amsterdam Tren istasyonuna kadar bisikletimi sürmüşken bir güne yeterince yeni yeri sığdırdığımı düşündüm. Feribotların oraya kadar gelmiş olmama ve feribotların ücretsiz olduğunu bilmeme rağmen geçmek istemedim A'dam lookout tarafına. Yoruldum biraz ve eve varmak istediğim için de eve doğru çevirdim direksyonumu. Eve dönerken kutu kadar evimde bira olmadığını hatırlayıp bir yerden bira ve yiyecek bir şeyler alıp eve girdim. Bisikletimi katlamadan eve çıkardım. Kendimin zor sığdığı evde duvarın dibine bisikletimi dayadım. Birkaç bira içip bakışarak nasıl bir gün geçirdiğimizi düşündüp gülümsedik. Sonra ise bloğuma bu yazıyı yazmaya koyuldum yanımda bisikletim, içimde neşem ile.
Sanırım artık 2 gün sonra gelecek olan arkadaşlarıma az çok Amsterdam'ı gezdirebilecek bilgiye sahibim. Ve bu iyi hissettiriyor.
Çocukluk Hayallerimin şehriydi burası benim. Bisikletler, patates, kanallar, büyülü sokaklar, bitkiler, rengarenk laleler, kanala karşı kahve ve kurabiyeler..
Benim sevdiğim her şey bir şehire toplanmış gibiydi. Bir gün gelmek isterdim hep. Bir gün burada çalışacağımı bilmeden. Yolumun Amsterdam'a düşeceğini bisikletimi burada pedallayacağımı bilmeden. Amsterdam benim için hazırlanmış bir şehirdi sanki. Tüm büyüsü ile..

Siz şimdi diyeceksiniz ki bu blog yazısının kurşun kalem ile ne ilgisi var?
Çok sevdiğim bir kitabın sonuna yazar şöyle bir not düşüyor,
" Ben size bütün bunları olup bitmiş gibi anlattım. Oysa gelecekte olacakmış gibi de anlatabilirdim. "

Yani anlatmaya çalıştığım, bu hayat benim. Yazı yazmayı kurşun kalem ile öğrendiğim günden bu yana hayatımı da kurşun kalem ile yazıyorum..
Hayaller kuruyorum baktım hoşlanmadım siliyorum ve yenilerini kuruyorum..
Çünkü silebilirim.
Sevmezsem, hoşlanmazsam, bir şeyler yolunda gitmezse..
Yolu değiştiririm, değiştirebilirim.
Kurşun kalemler silinebilir çünkü.
Bir kurşun kalemin varsa kalemliğinde,
Bu umudun da var demektir.

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Rüzgarlı Bisiklet ,

Rüzgarlı Bisiklet ,

" + Derdini Rüzgar'a fısılda..
   - Ya Rüzgar ters yöne esmeye başlar da fısıldadıklarımı yüzüme çarparsa?"

Böyle bir şeydi nerden hatırladığımı bilmediğim ama zihnimde dönüp duran. Çocuk aklımla gülünç bulmuştum ilk duyduğumda. Olur mu ya öyle şey demiştim. Olur muydu? Olmazdı..

Yeni kelime seçme sırası bana geldiği zaman Temmuz'un son haftasıydı. Temmuz'u severdim. Sıcağına rağmen, rüzgarına rağmen.. rağmenlere rağmen, severdim. İki kelime vardı aklımda Temmuz'a veda niteliğinde, biri "Bisiklet" di diğeri "Rüzgar" Temmuz'un son yazısı olacaktı ya biraz Temmuz kokmalıydı yazım öyle düşünmüş seçmiştim bu kelimeleri. İkisi arasında karar veremezken fark ettim bisikletin rüzgarı, rüzgarın ise bisikleti hatırlattığını bana. Hangi kelimeyi seçersem seçeyim birlikte var olacaklardı besbelli. Nasıl içten gülümsedim. "Rüzgar" olsun o zaman dedim. "Rüzgar olsun.." Heveslenmiştim, heyecanlanmıştım, bir an önce yazmak istemiştim.. 

Yazamadım.
Nedense heveslendiğim hiçbir şeyi o hevesle yapamıyorum şu ara. "Her aya bir kitap" ın 3. Kitabı için de çok çok heyecanlı ve hevesliydim. 3. Kitaptı ve Temmuza geliyordu ya, özel bişi olsun dedim. Düşündüm, düşündüm, düşündüm.. sonra nolduysa, nasıl olduysa Temmuz gitti sessiz sedasız. Ben hiçbir boku yetişitiremedim. Ne bir hevesle seçtiğim kelime üzerine bir şeyler yazdım ne bir heyecanla Temmuz'un kitabını seçip ilerleyebildim.. Bir şeyler kıymetli olsun derken, kaybettim. Sanırım bir şeylerin kıymetli olmasından çok, ilerliyor olması gerek. 
Ama bilmiyorum, bilemiyorum.. 

Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene, uzun zamandır görüşmediğim biri ile bisiklet sürme planlaması yapmıştık. Hiç bilmediğim rotalarda sürdük bisikletleri, insanlardan uzaklaştık, kuşlarla içli dışlı olduk, bisikletçiler gördük (ki gerçek bisikletçiler kuş cennetine gidip yüksek ihtimal kamp yapacaklarını düşündük), güneşi batırdık batarkenki ihtişamına vay be dedik.. 
Başka şeyler de dedik. Konuştuk sohbet ettik. Geneli bisiklet üzerineydi. Bazen bisiklet sürerken kilometrelerin farkına varmadığımı sanki bir şeylerden kaçarmışcasına pedalladığımı söylemiş bulundum ansızın. Hıncımı bisikletimden çıkardığımı düşündüğünü farkettim. Öyle olmadığını söyledim ama ikna edici değildi cümlelerim.
Vedalaşırken tam hatırlayamadığım birkaç cümle kurdu. Özetle, dingin sürüşlerimin olmasını temenni etti..

Şimdi düşünüyorum ve hak vermiyorum. Bakın bu da yeni bişi. Düşünüp hak vermelerim olur genelde benim. Lakin bu defa düşünüyorum.. hak vermiyorum. Doğru değil çünkü. Hıncımı bisikletimden çıkarmıyorum. Belki kendimden ama asla bisikletimden değil.
Rüzgarın fısıldadıklarımızı yüzüme çarpacağına da inancım yok. İlla arkamızdan güç vermesi gerekmez bir şeylerin. Bazen de güçleştirmesi gerekir ki güçlenelim. 

Bisiklet sürerken hep rüzgarı kontrol ederim. Lakin Rüzgardan asla anlamam. Neymiş, nerden esiyormuş, ismi neymiş?.. hiç yok bunların cevapları bende. Ben sadece şiddetini öğrenirim ve kıyaslama yaparım, bu şiddet beni çok mu zorlar? az mı? ..
Bazen günlerce haftalarca beklerim Rüzgarın sakinleşmesini bazen tüm şiddete rağmen meydan okuyacak gücü hissederim kendimde. 
Evet bazen karşı gelir meydan okurum,
Tüm gücümle çeviririm pedalları. 
Bazen arkama alırım, 
Birlikte meydan okuruz tüm sokaklara..
Birlik isek ve biz meydan okuyor isek sokaklara biraz iyi hissederim sanki. Lakin karşı isek birbirimize "Rüzgar" ile bu sefer yorulmalı olur sürüş ve ben o hırçın rüzgara rağmen çıkmışsam bisiklet sürmeye bir şeyler muhakkak paylaşırız karşı da olsak birbirimize. Üstelik hiç yüzüme de çarpmaz söylediklerimi.. Aksine yandaş olur söylediklerime.. Gözlerim dolmuş ise bisiklet sürerken bunun nedeni rüzgardır. Bu hep böyledir. 
Asla tersini söylemez ve iddia etmez, Rüzgar..

Rüzgarı severim ben.
Düşünüyorum da,
Ellerimi açıp iki yana bisikletimin üstünde, 
Hissetmeye çalıştığımı, 
Ve hissettiğimdeki yüzümdeki o gülümsemeyi..
Karşı da olsak, birlik de..
Rüzgar ile,
Hiç farketmez. 
Severim çünkü ben,
Bisikletimi de, Rüzgarı da
Çok çok severim. 

Lakin asla, canına okumaya çalışmam bisikletimin.
Ve asla aynı cümleyi kurmam, kendim için. 

3 Ağustos 2025 Pazar

Kusura Bakmadım,

Kusura bakmadım, 

Bugün durultmaya çalıştırdığım zihnimle yürümeye çıktım. Taktım kulaklarımı açtım listemden bir şarkı ve susturmaya çalıştım zihnimi. Yürüdüm ve yürüdüm. Sonra telefonum çaldı. Aramaya elimin gitmediği ona karşı incindiğim biri. Havadan sudan konuşmanın sonunda 
"Aramıyorsun uzun zamandır aramak görüşmek istemiyorsan kendin bilirsin" dedi. 
"Ben aramadan arayamıyorsan bir şey demiyorum kendin bilirsin" dedim. 
Ve üzerine dolandırdık da dolandırdık lafları. 
"Sen." Dedi "iyi değilsin sesin kötü geliyor" ve ekledi " sen burdayken de kötü görünüyordun yorgunum falan diyorsun ama iyi değilsin yüzüne sesine yansıyor" dedi. Ve nasıl oldu ise bu kadar iyi olamamanın içinde biz onun dertlerini konuştuk. Üzgündüm aramızda olan olmayan şeyler adına ama ağzımı açıp bişi demedim. Çünkü yine ben haksız olacaktım o haklı. Bu nedense hep böyle. Bişi demedim. Gücüm yok çünkü en ufak şeyleri bile tekrar yaşamaya. Belki onlarca kez söyledim yaşadığım yerin bana iyi gelmediğini durdu ve "orası sana iyi gelmiyor mu?" Dedi sanki ilk defa bu kanıya varmış gibi.. yorgundum. "Gelmiyor." Dedim sadece. O kadar. Araya giren saçma sapan cümlelerden sonra kapattım telefonu. Tam içimde bir buruklukla, nefes alamıyor gibi hissetmemi göz ardı ederek çalan şarkının sesini yükseltmeye çalıştım apar topar. Sonra derinde bir nefes çektim ve yürümeye devam ettim. 

Derken mesaj geldi başka bir çok sevdiğim kişiden "kusura bakma" demiş ve kurmuş cümlelerini. Kusura bakayım istememiş. İstemiş de aradan baya zaman geçtikten sonra gelmiş gibi bu cümle. İşin tuhafı bu ara bana insanlar çok fazla kuruyor bu cümleyi. "Kusura bakma..." dan sonra farklı farklı bir sürü şey geliyor. Lakin fark ediyorum acı bir şekilde ki. Kusura bakmıyorum. Umursamıyorum yada umursamamayı öğrenmeye çalışıyorum. Bilmiyorum. Lakin konuların dönüp dolaşıp aynı yerlere gelmesinden bıktığım için de açmıyorum asla ağzımı. Açasım da gelmiyor işin aslı. Yorgunum ve çabalamıyorum kimse adına. İstemiyorum da kötüsü. Gelmiyor kimse için hiçbir çaba içimden. Öyle mi oluyor diyorum öyle olsun. Bu kadar çabasızlık içinde çabalayan olmak istemiyorum.. 

Geçen gün bişi fark ettim. Öyle birden bire. Olurdu bu, bilirsiniz siz de. Bişiler gözünüzün önündedir ama çoğu zaman görmeyiz. Sonra birden bire görünür olur. Hem de en net hali ile dersiniz ki bunca zaman nasıl göremedim, öyle bir şey oldu. Çok sevdiğim biri önem verdiğim şeyler üzerine beni üzeceğini düşündüğü bişi yaptı, daha doğrusu yapmadı. Ben buna tepki verir kırılırdım. Kızardım değil bakın kırılırdım. Çünkü önem verilen kişilerin önem verdiği şeylere de önem verilmesi gerekir diye düşünürüm. Önemsenmemiş hissederim. Hala öyle hissediyorum lakin sanırım yorulduğum için bir eylem gücüm yok. Belki de eskisi kadar önemsemiyorum bu konuyu. İnsanlardan ki hayatıma yeni giren insanlardan o kadar bişi beklemiyorum ki.. ama konumuz bu değil. Önemsediğim bir şeyi karıştırdı ve önemsemiyormuş gibi göründüğü için çok üzüldü. Bunu anladım. Üzülmesin istedim. Önemli olmadığını söyledim. Önemliydi dedi. Sorun değil dedim. Sorun dedi. Ne tepki versem boynunu eğip hak verecekti bana besbelli. Kendi kendisine kızıyordu ya hem de fazlaca benim de kızmamı istedi. Kızmadım, tepki vermedim. Çünkü gerçekten sorun etmedim. Sonra birdenbire bu tepkisi başka bir şeyi gösterdi bana. İlk defa bir kişi bana karşı bir yanlış yaptığında (Ki bu yanlış değildi) hiç savunmadı kendini, ama şöyleydi demedi, mazeret bulmadı, haklı çıkarmadı kendini.. nasıl tepki verirsem vereyim kabul edecekti bunu. Ben sakince tepki vermeme rağmen kendine kızgınlığı geçmedi. Ben bir anda farkettim. Kimse bana karşı kendini savunmadan durmamıştı şimdiye kadar. Hatalı olduklarını kabul etmemişlerdi.. Ben etmiş miydim? Ettiğim noktalar elbette ki vardı. Ama insanlar bana karşı her ama her konuda hep haklılardı.. ya manipüle ediliyordum, ya haksız çıkartılıyordum, ya da işin sonunda kıyamıyordum kimseye...

Hep ben haksızdım..
Konu farketmeksizin..
Ben hep haksızımdır çünkü. 
Diğer herkes ise haklı..

Bugün "kusura bakma" dendi,
Bakmadım ben de..

30 Temmuz 2025 Çarşamba

Hayallerin Ağırlığı,

Hayallerin Ağırlığı,

Hiç dengesizleştiğiniz sevgileriniz oldu mu?
Hani yüreğinize sığdıramadığınız taşan.
Benim oldu. Bu kıymetli bişi diye düşünüyorum. Sevmek, çok sevmek, sevebilmek..
Ben hep çok sevdim insanları, sevebildim, yapabiliyorum diye de abarttım sevgimi. Yüreğime sığmadı çoğu zaman.Taştı yüreğimden. Bu da iyi bir şeydi. Taşması başka kalplere iyi gelirdi lakin abartmak bana hiç ama hiç iyi gelmezdi...

Küçükken, ki baya küçük olduğum zamanlardan bahsediyorum. Hayallerle yeni tanışıyordum, bilmeden.. arkadaşlarımla hayaller kurardık geleceğe dair. Şu şöyle olsa nasıl güzel olur? Bu böyle olsa? Şöyle bişi olur mu acaba? Nasıl özgürleştiriyordu insanı hayaller. Hele çocuksan çok çok özgürdün, güçlüydün.. büyüdükçe büyüdü hayaller.. lakin yapılmadı bir çoğu hayali kurduğumuz kişilerle.. kendi adıma söyleyebilirim ki hayalini kurduğum bir çok şeyi öyle veya böyle gerçek ettim. Diğer arkadaşlarımdan bazıları da hayallerini gerçekleştirdi. Lakin hayalleri hayalleri kurduğumuz insanlarla gerçek edememek onları hiç etkilemezken benim yüreğime ağır geldi. O zamanlarda başladı ağırlığı, şimdilerde taşınmaz bir hal aldı.. artık inancım yok yaparız diye biten cümlelere.. çünkü yapılmamış bir çok örnek var gözümün önünde. Üstelik öyle çocukluk falan da değil. Dedim ya o zaman başladım ağırlığı hissettirmeye yüreğimde ama sonra çok şeyler oldu..
Ben çabuk umutlanan bir insanım sanırım. Güzel bir düşünce atılınca ortaya bir anda çok yükselip hayaller, planlar yapıyorum. Sonra orda, ortada kalıyor o düşünce. Sadece kurulmuş cümleler olarak. Kuran insanlar kurduklarını bile unutuyorlar. Ben ağırlığını bir an bile hissetmeden duramıyorum yüreğimde. Hep bir ağırlık ama hep. Bu yüzden de inancım kalmıyor hiçkimseye.
"Bir gün şunu yaparız ?" ..
"Gideriz birlikte?"..
"Olmaz mı?" ..
"Belki olur?" ..
"Yaparız?" ..
Hiçbirine içten karşılık veremiyorum artık. Umutlarına eşlik edemiyorum. İnanmıyorum çünkü. İnanamıyorum. Söz denemez ama verilmiş sözler olarak algıladığım şeylerdi sanırım kurulan cümleler. Bu yüzdendi bu kadar ağır hissetmem. Bir şeyi birlikte yapmayı düşlemek bir nevi bunu birlikte yapacağız demek de değil miydi? Ben mi çok anlam taşıtıyorum şu hayata?..

Öyleydi işte, bana verilen sözler hiç tutulmadı..

En başında gözyaşlarına inanmıştım. Sonra yalan olduklarına. Sonra hep avutuldum. Ama hep..

Hayaller de yapılacaklar da öyle çok çok büyütülmeden olsun istiyorum.
He bir de insanlara inanmıyorum. İnanmayı bıraktım. Bir şeyi yapmak istiyorsam gerçekten istiyorsam insanları çekiyorum önümden.
"Ben yapıcam" diyorum "Dahil olun isterim. Birlikte kurduğumuz hayali birlikte gerçek edelim çok isterim ama dahil olmayacaksanız, olamayacaksanız da ben bunu yapmak istiyorum ve yapıcam.." buydu işte. Kendimden umudum vardı, istersem gerçekten istersem yapardım. İnsanlardan yana umudum yok. İnanmıyorum çünkü onların havada kalan planlarına, programlarına.

Bir şeyin ağrısını sancısını yüreğinde taşıyan neden hep ben oluyorum? Bu kadar hisler bence de bana fazla. Neden dengeli dağıtılmamış? Bazılarının insani hiçbir belirtisi yokken bazıları neden bu kadar çok hislerle boğuşmalı? Bu eşitsizlikler, dengesizlikler niye? Bu yazı niye saçma sapan her yere kaydı?
Sahi neden dağıldım?

Yeterince dağılmış ve saçma sapan konulara kaymışken "eşitsizlik" aklıma geçenlerde iliklerime kadar hissettiğim ( bu terim bu ara çok hoşuma gidiyor, çünkü böyle hislere çok çok çok hissetmek gibi bir anlam katıyor, anlıyorsunuz değil mi?) Bir şey getirdi.
"Eşitiz" dendi bana üstelik herhangi biriyle eşit olmam gibi bir ihtimal söz konusu olursa onunla eşit olabileceğim bir nokta bulmamın çok zorlu olduğu birinden geldi bu "eşitiz" denkliği.
Söylemediğim ama içimden iliklerime kadar hissettiğim şuydu;

"Eşitiz demiştin,
Değiliz canımın içi.
Çünkü ne işim olursa olsun, ne zaman olursa olsun, nerde olursan ol, bir şekilde bir yolunu bulur geleceğimi bilirsin sana..
Ben de gelmeyeceğini."

25 Temmuz 2025 Cuma

Sulanmayan "Bahçe"

Sulanmayan Bahçe, 

Müstakil bir evde büyüdüm ben. Kendimi şanslı bulduğum ender şeylerden biridir bu. Bahçemizde ben küçükken 7 tane erik ağacı vardı. Küçücük bahçede 7 erik ağacı nasıl var olabilmişti şimdi düşününce şaşıyorum. Sonbaharın tüm renklerini görebilmek mümkündü, kışları dökülürdü yapraklar, baharları yeniden yeltenirlerdi yeşillenmeye sanki bir kış gelip tüm yaprakları dökmeyecekmiş gibi.. Döngü devam ederdi. Yaz gelirdi, o güzelim meyvelerin varolduğu ay. Bahçemizde erik ağacı vardı hem de 7 tane sonra şeftali, yenidünya, ayva, kayısı, nar, limon, zeytin.. yaz aylarındaysak babaannemin bahçeye ektiği salatalık, domates, dolmalık biber, yeşil biber, patlıcan, kabak, karpuz, yeşillik.. birsürü şey olurdu bahçemizde.. 

Babaannemin akşamüstü bahçeyi sulamasını çok severdim. Her gün yapardı bunu. Kıyamazdı bahçedeki bitkilere. Oysa kıydığı birçok şeyi gördüğümden şaşardım bu şefkate. Ama severdim, umut vadederdi bana. "Bahçeyi sulayayım" dediği anda neşelenirdim. Gelmiş olurdu o saat, Bahçeyi sular sonra da bahçede otururdu. Bazen onu izler, yardım eder bazen de fırsattan istifade televizyonda izlemek istediğim kanalı açardım, ya da parka çıkardım.. ama her şey o cümle ile başlardı "bahçeyi sulayayım"..

Sonra babaannem için geldi sonbahar. Ne varsa yüreklerimizde bahara dair bir bir soldu yapraklarımız. Yaprakları kuruyan bir ağacı bahara inandırabilir misin? Tekrardan yeşereceğine, tekrardan meyve vereceğine? İnandıramazsın, biz inanmadık. Solduk çünkü. Yeniden yeşerecek de olsak yeniden aynı yapraklarla yeşeremeyecektik çünkü. Tüm yapraklarımız bir bir gitmişti. Babaannem de gitti. 
Tam da baharın son ayında üstelik.. 
Yaz kapıdayken. 
Çiçekleri, bitkileri, biz, ben.. 
Naparız, düşünülmeden hiç.. 
Kim sulayacaktı çiçekleri? 
Çiçekleri kim sulayacaktı? .. 
Biz? 
Ben?
Bunu konuşmak istemiyorum bile.. 

Bana çok kızdılar. Çok çok. Söylemediler öyle yüzüme yüzüme ama bildim ben. Babannem gittikten sonra gizli bir şekilde bana verilecek sanıldı her görev gibi bahçeyi sulama görevi de. Babaannem varken sulardım. Çok da zevk alırdım. 
Öğretmişti bana, suyu direk köklerine köklerine tutmamam gerekiyordu bitkilerin, çok açmadan azar azar vermem gerekiyordu suyu, öyle yapmalıydım ki kana kana içsinlerdi suyu, ne kadar verirsem o kadar iyiydi, hava çok sıcaktı çünkü, yazıktı onlara da.. peki bana?..
Ben bahçedeki o çeşmeyi elimi yıkamak dışında hiç açmadım. Çiçekleri hiç sulamadım. Yalan yok üzüle üzüle yaptım bunu, kahrola kahrola.. Ama yapamadım. Sulayamadım o bahçeyi. 
Bahçe sulama saati gelmedi bana hiç. Herkes buna kızdı. Bahçedeki bir çok şey birer birer soldu, kurudu,öldü. 
Babaannemin çok sevdiği naneleri ben onlara bakmadım diye öldüler. Ben bakamadım. Yeşertmek, çiçekler açtırmak babaannemin işiydi. Bahçeye bakıp bakıp üzüldüler. Babannemsiz bahçe kurumuş gitmişti. Bana da kızdılar onları sulamadığım için çiçekler, onları yeşertme büyütme işini üstlenmedim diye..

Herkes çiçekler soldu diye üzüldü..
Oysa çiçeklerden önce solmuştum ben,
Bunu hiç bilmediler..



18 Temmuz 2025 Cuma

Önünden Geçmek,

Önünden geçmek,

Bu kelime nedense sıcacık etmisti içimi ilk aklıma geldiği zaman. Heyecanlanmıştım da üzerine bir şeyler yazacağım için..

Sonra üzerine bir sürü şey oldu hayatta. Hayat benimle biraz dalga geçti sanki bu ara. Karıştırdı da karıştırdı ortalığı.. sonra minnacık bir umut kırıntısı bıraktı, o kadar küçük ki düştüğünde üstüne basarmıyız diye bile umursamadığımız ama karıncaların taşıdığı o minnacık yiyecekler gibi. (Sahi onlarla doyuyorlar mı gerçekten karıncalar?) Aldım tutundum o minnacık umuda. Huyumdur çünkü. Bokluğun içinde bir şeyler iyi olsun isterim, iyi bir şey bulur tutunurum. Yine öyle oldu, tutundum. Derken hayatın sürprizleri bitmedi. İyice kötü oldu her şey.. Kavgalar oldu, küfürler, bağırmalar, ağlamalar, ağrıdan kıvranmalar, nefes alamamalar, susmalar, kelimesizlikler, çaresizlikler ve yine ağlamalar, sabahlara kadar ağlamalar..
Dedim ya, kötü şeyler oldu. Fazlaca kötü şeyler, azıcık ki çok çok azıcık iyi şeyler. Ve ben yine iyi şeylere tutunmaya çalışıyorum. Gözyaşları içinde de olsam, bu böyle..

Önünden geçmek iki ucu olan bir kelime bence. Hem umut var içinde hem de hüzün. Ama asla umutsuzluk yok. Çok sevdiğin bir sokağın Önünden geçmek gibi, çok sevdiğin bir evin önünden geçmek gibi, hayallerinin, umutlarının, güzel hislerin önünden geçmek gibi.. Ha düşünecek olursanız yola devam ediyorsunuz ve kalıcılığı olmuyor olabilir. Ama belki de varacağınız nokta en güzeli. Nasıl bilicez? Biz devam edeceğiz yola. Çünkü bence yolda olmayı da seviyoruz. Varacağımız yerin yanı sıra.. 

Önünden geçicez çok sevdiğimiz şeylerin, mutlu olacağız. 
Veya 
Önünden geçeceğiz içimizi burkan şeylerin, hüzünleneceğiz. Ama her koşulda yola devam edeceğiz. 

Ben şarkı dinlerken bisiklet sürmeyi tehlikeli olsa da çok severim. Çok çok.. Benden beklenmeyecek derecede dikkatli de davranırım kulaklıklarım takılıysa ama bazen kaptırırım kendimi.. yollara değil şarkılara, bazen bazı şeylerin önünden geçmek istemem. O kadar hızlı çeviririm ki pedalı.. sanki ne kadar hızlı gidersem, o kadar az hissedecekmişim gibi..

Ama öyle veya böyle, 
Hala sıcak etmeye yetiyor yüreğimi,
Ve heyecanlandırıyor da hafiften
Önünden geçecek olduklarım..

13 Temmuz 2025 Pazar

Defter,

Defter, 

Yaşadığım yerde bir tane kırtasiye vardı, bu yüzden ki herkesin çocukluk hallerini bilirdi sahipleri. Okulun hemen karşısındaydı yeri, o güne dair bir elişi ödevi verilmiş ise eksikleri alır giderdik okuldan sonra eve. Yada oyuna dalar unuturduk tüm ödevleri.. Akşam oldu olacak saatte, ezan okudu da gittik mi eve aklımıza gelirdi ödevler.. bi umut koşa koşa kırtasiyeye giderdik, kapanmış olurdu.. Napacağımızı bilemeden dönerdik eve. Ertesi gün erkenden okula gidip kırtasiyeden eşyaları alıp ödevi yetiştirmeye çalıştığımız çok gün de oldu, yalansız..

Birkaç ay önce Cv çıkartmaya gittim yine bu kırtasiyeye. Ki bu kocaman olmuşum demekti.. Üniversitemi bitirmişim, iş bulmak eğilimindeyim, birkaç tane çıkarttım cv'den lazım olacağını düşünerek. Evren abla Cv'leri çıkartırken ben kendimi bir anda defterlerin orada buldum, yine.. Defterleri karıştırdım kendime göre bişiler seçmeye çalıştım. Evren abla arkamdan güldü, "bazı şeyler hiç değişmiyor, hala defterleri seviyorsun." Dedi. Ben de gülmeye başladım. Seviyorum dedim, seviyordum..
Bağzı şeyler hiç ama hiç değişmiyordu..

Küçükken de dolanırdım defterlerin arasında. Hala daha dolanıyorum. Yazmalarıma eşlik edecek kendime göre bir defter de bulmuşsam.
Değmeyin keyifime..

Ben hep yazdım.
Bazen özenle seçtiğim defterlere,
Bazen ders kitaplarının içlerine,
Bazen kitaplığımdaki kitaplarımın sayfa aralarına, 
Bazen telefonumun notlar kısmına,
Bazen bloguma..

İnsan telefonu birinin eline geçse bi çekinir, utanır ya hani özel konuşmalar vardır, gizlenen eylemler, fotoğraflar.. Ben de çekinirim telefonum birinin eline geçse. Gerilirim. Almak isterim. Lakin öyle konuşmalardan, fotoğraflardan falan değil.. Telefonumun notlar kısmına yazdıklarımın okunmasından endişelenirim. Hiç hiç istemem..

Hele bir de defterime dökmüşsem içimi. Sayfası açılmaya yeltenildiğinde bile gerilirim, mani olurum hemen. Defterler özeldir çünkü, çok çok özel. Bir başkasının defteri okunmaz öyle. Okunmamalı.

Ama ben de benim defterlerimde yazılı şeyleri okumamalıyım sizin gibi. Bazı defterlerimden ödüm kopuyor mesela. En en köşe yerlere kaldırıyorum. O yazıları yazarkenki kendimle karşılaşmayayım diye hiç açmıyorum safyalarını. Hiç merak etmiyorum yazdıklarımı.. çünkü biliyorum o kadar yoğundu ki oraya yazdıklarım hala hissedebiliyorum o duygu yoğunluğunu. Sevgimi, nefretimi, özlemimi, kinimi.. Ne varsa çocuk yüreğime sığmayan sayfa sayfa taştı o defterlerdeki sayfalara ..

Bazen, konusunun açılmasını hiç istemediğim şeyleri yazıyorum.
Saklı kalmasını istediklerimi, kimsenin bilmesini istemediğim hallerimi.
Ama bazen de,
Keşke sık sık konuşulsa, duyulsa, bilinse.. dediklerimi..

Ben sadece yazıyorum ve kapatıyorum konuyu.
Yazmanın yüreğe iyi gelen bir yanı var çünkü..
Yüreğim iyi olsun diye yazıyorum.
Ve oluyor.
Ne güzel...

12 Temmuz 2025 Cumartesi

Kağıttan Gemi, İyi Masallar..

Kağıttan gemi, İyi masallar.

İşe mahmur bir şekilde gitmiştim.. 
Gözlerim biraz şiş, gayet yeterli uyumuş olsam da uykumu alamamış gibi. Halbuki yeterince uyumuştum ama uykumu alabildiğim bir zamanı pek hatırlamam ben. İşe gitmiş zar zor ayılmaya çalışırken bir dost sesi "yeni mi uyandın" dedi. "Evet, açamıyorum gözlerimi.." dedim. "Sana gemi yaptım" dedi. Anlamadım. Kasanın yanına koyduğu minik gemiyi bana doğru uzattı. "Sana yaptım, vermek için gelmeni bekledim" dedi. Bir anda güzelleşti günüm. Yüzümde de yüreğimde de kocaman gülümseme oluştu. Böyleydi işte bazen. Çok çok küçük bir şey çok çok fazla mutlu edebiliyordu.
Bana gemi yapılmıştı, vermek için benim yolumu gözlemişti, vereceği anı düşünmüştü, düşünülmüştüm..
Gün içinde arada aklıma geldi, durduk yere gülümsedim..
Gemi yapan biri vardı bana.
Ne güzel, nasıl güzel. 

Sonra bir şey daha oldu..

Bir kız çocuğu geldi. Gözleri deniz gibi masmavi bir kız çocuğu. "Nasıl güzel gözler" dedim içimden. Hemen ardından inşallah nazar değmez diye geçirdim. Benim kasama değil karşı kasaya yanaştılar. O cıvıl cıvıl sesi ile "kolay gelsiiin" dedi yüksek sesle. Gülümsedim kocaman. Karşı kasadaki arkadaşım da gülümsedi teşekkür etti. 
Kız gözünü bana çevirdi, dikkatlice beni izledi beni izlediğini farkettim lakin bozuntuya vermedim. Tekrar daha neşeli bir ses tonuyla ve biraz daha yüksek sesle "kolay gelsinn" dedi. Güldüm gözlerimi ona çevirdim benzer bir neşe ile "teşekkür ederimm" dedim. Kasadaki işleri bitince bana doğru yaklaştı. Ürünlerin barkotlarını okuttuğum yeri merak etti bakmasına izin verdim. Sonra gidişe doğru yöneldiler, "İyi geceler" dedi en sevimli haliyle veda ederken. Merdivenlere doğru ilerledi sonra durdu, döndü, düşündü bu onun tarzında değildi sanki, gözlerimin içine baktı kocaman gülümsemesi ile ve dedi ki "iyi masallaaar" :)) 
O kadar güzel geldi ki bu cümle kulağıma.
Çok çok güzel bir veda cümlesiydi. İçimde bir yerlere değdi sanki "İyi masallar" dedim kocaman gülümseyerek. 

Oysa benim bana masal okunmuş tek bir çocukluk gecem dahi yoktu. Bunu fark ettim bir an. Ama nedense hiç incitmedi bu düşünce beni. İyi masallar; o kadar güzel, o kadar içten bir veda cümlesiydi ki..
Sanki bana masal anlatılmamış o gecelerin üstünü örtüp geçti..

Ben ilk kez geçmişi hatırlatan bir anda, üstelik canımı acıtabilecek bir durum varken ortada hiç düşünmeden, incinmeden gülümsedim.. 
Daha ne olsundu günde?
İçimi sıcacık etmeye yetti,
Güzel bir gemi, İyi masallar..

10 Temmuz 2025 Perşembe

Kupa Rafı,

Kupa rafı,

Tek bir şey geliyordu kupa denince benim aklıma. Lakin tek yazan ben değildim bu konu üzerine. Neyi hatırlatacaktı; çayı kahveyi mi , zaferi mi, yoksa iskambil kağıtlarını mı? 
Neydi "kupa" tercihlerimiz? ..

Benim kahvemdi.. 
Çayı yalnız içmeyi hiç sevmedim. Ama çayımı da kupada severim. Üstelik öyle sıradan 6lı-12li olanlardan değil de tekli veya ikili olanlardansa çok çok severim. Onların daha çok ruhu var gibi gelir bana. Çoklu bardak aldığında kendin dışında herkesi düşünürsün, teklide öyle mi? Keyfin nasıl isterse, gönlünden ne geçerse..

Ben çok gezen biri olmadım. Harita gibi işlenmiş bir anılar atlasım yok. Yazlık yerde yaşıyordum, üstelik memleketimizdi, aile büyüklerinin yanındaydım.. Bayramlarda seyranlarda hep bize gelindi. Ben hiç gitmedim. Bu yüzdendir ki yol anılarım çok ender. Ama hepsi de çok kıymetli.. 

Kırk yılın başı gidebilmişsem bir yere, neresi olursa olsun farketmeksizin, gidebilmişsem. Hemen kendime kupa satan bir yer bulurdum. Bir gece pazarı veyahut kıyıda köşede kalmış bardak satan bir yer. Gider içimi ısıtan bir şey bulmaya çalışırdım. Yengem gelir "senin kupa hastalığın var" derdi. Gülerdi, ben de gülerdim. Bir de kalem hastalığım vardı yengemin söylediği. "Sende kalem hastalığı var İlayda hepsi aynı işi yapmıyor mu? ne yapacaksın bu kadarını?" Hastalıklar ise hastalıklarımla mutluydum. Bulaşmıyordum kimseye kendi halimde mutlu mutlu yaşıyordum bu hastalığı. Kötü huylu da değildi neticede..

Yanaşırdım usuldan kupaların yanına; büyük, resimli, beyaz kupalar çekmezdi ilgimi. Bana daha çok orayı o günü hatırlatacak bir şeyler lazım olurdu. Kupayı elime aldığımda "burası şurasıydı" demek değil, "burası şu anıları yaşadığım yerdi" yi düşünmek isterdim çünkü. İçimi ısıtan bir şey bulur alırdım. 

Eve dönüşte ilk işim kahve yapmak olurdu. Anın içinde anı yaşarken gözden kaçırdıklarımı düşünürdüm yeni kupamla içtiğim ilk kahvede. Nasıldı gün, nelere içten gülmüştüm, neleri geçiştirmiştim, neler dikkatimi çekmişti.. Bir sürü şey geçer giderdi o bir fincan kahvede içimden.. 

Şimdi dönüp bakıyorum kupalarımın bulunduğu rafa. Her birinden 1 veya 2 tane var, en en üstteler. İsteyerek kimsenin ulaşamayacağı ama biraz çabayla alınabilecek bir yerdeler. 
Bir gün birileri gelip de benden habersiz o kupaların içine bir şey koymuş evde dolanırken gördüğümde içimde oluşan o öfkeyi anlatamam size. Kim o hakkı vermişti? Benim bardağımı kullanabileceklerini de nerden çıkarmışlardı? Sakinleşip en sakin ses tonumu kullanmaya çalışarak, " o bardak benim için kıymetli dikkatli ol lütfen " derdim. Bakarlardı mal mal yüzüme, bardak işte der gibi. 
İçinde anılarım olduğunu bilmeden..

Bir kupanın içinde umutlarım, hayallerim, yollarım, yolculuklarım, gülmelerim, eğlenmelerim, mutluluklarım.. Ne kadar güzel şey var ise kupayı aldığım güne dair, olurdu o kupada hepsi. 

Genellikle sadece kahveyi değil
Yudum yudum anıları da içerdim o kupalarda..
Bu yüzden biri kupama dokunduğunda sadece bir bardağa değil, tüm "anı" larıma da dokunmuş gibi hissederdim..

9 Temmuz 2025 Çarşamba

Dalga,

Dalga,

" ohoo.. kocaman bir dalga geliyorr.. zıplayacağız hazır mısınız? Geliyorr.. 1.. 2.. 3 ZIPLAYIN! .."

" ŞU Gelene bakın.. Bu seferki en en kocamanı.. geliyor, geliyor, ZIPLAYINN.."

Küçüktüm, meydan okurduk dalgalara..
Yüzüme çarpsa da o dalga, gözlerimi kan çanağına çevirse de, dudaklarım mos mor olsa da saatlerce meydan okurdum. Bazen başarırdım, tam zamanında. Bazen başaramazdım. O dalga alır suya çarpardı beni. Ama sudan çıkar yeni gelecek olan dalgada yine denerdim. Yenilmek yoktu sanırım küçükken. Yine yeni yeniden denemek vardı..

Şimdi yanımda çok sevdiğim biri olsa. Veyahut sevdiğim biri olsa, ben yine meydan okurum o küçük kalbimle dalgalara. Çünkü bunu kıymetli bulurum. Sanki aynı dalgaya birlikte göğüs germek gibi.. özel olduğunu düşünürüm..

Lakin bir başıma girersem o dalgalı denize, baş edemem en küçük dalga ile bile. Uğraşamam.. Uğraşmak gelmez içimden.
Üstelik tam da şuanki yaşımda isem,
"başlarım denizine de dalgasına da" der çıkarım sudan!

Siz şimdi
Konuyu deniz sanacaksınız, konuyu dalga.
Konu ne deniz, ne dalga..

8 Temmuz 2025 Salı

Uykusuzun gecesi,

Uykusuzun gecesi,

Sabah ezanı okunmasına azıcık bir zaman kalmış..
Belki ben yazmayı bitirmeden okunacak. Belki okunana kadar uykusuz biri olmaktan çıkıcam ve uykuya teslim edeceğim kendimi. Gerçi ben meyilliyim teslim olmaya uykuya da, o bu gece unuttu sanırım beni almayı koynuna. Bilmiyorum..

Kulaklığımda "Ölüyoruz bir köşede" diyor 🎶 ..
Sahi ölüyoruz. Unutuyoruz da öldüğümüzü. Zaten ben bu hayatı yaşamayı da beceremedim. Bir hayat daha varsa veya paralel bir evren kesin ben orda da beceremiyorumdur.. becerememek üstüme sinmiş..

Kurulacak cümlelerim yok gibi esasında. Ne yazıyorum neyi anlatıyorum bilmiyorum. Bugün iş çıkışında herkes bitkin yorgunluktan canı çıkmış bir şekilde gitmek isterken bana şaştılar "Hayrola sana?" dediler, "bu enerji ne?" Enerjim yoktu esasında. Ne yaptığımı bilmiyordum o kadar. Genelde bilir miyim onu da bilmiyorum.

İşten çıkınca yine eve gidemedim. Nedenini yine bilmiyorum. Bir süredir giremiyorum eve. Çıktım yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm. Şarkılar dinledim, tam gözlerim doldu ordan saçma sapan bir şarkı hoop gitti gözyaşları. Ardı ardına da öyle saçma sapan.. dedim güzel dünya benden yana, dökülsün istemiyor gözyaşlarım. Döndüm dolandım. Kıyıdan kıyıdan yürüdüm. İnsanlara bulaşmadım. Tek bir insan dahi göresim yoktu. Kaçtım itina ile her birinden. Baktım kalabalık döndüm hemen sırtımı değiştirdim yolumu. Ha bu arada Dolunay yaklaşıyor. Severim Temmuz Dolunay'ını ama çalışacağım göremeyeceğim doğuşunu bu canımı sıkıyor. Canımı sıkacak konu mu kalmadı? Sizene?.

O kadar çok yürüdüm ki sanki yatay değil dikey yürüsem yıldızlara ulaşırdım. Belki milyonlarca yıldızdan biri olurdum. Ha diyeceksiniz ki milyonlarca insandan biri oldun da ne bok oldu? Hak veririm size. Hiçbir bok olmadı. "Bombok" oldu sade. Her şey. Ama bir yıldız olsam kayardım belki, birilerine umut olurdum. 
Olmaz mıydım? 
Olurdum..

Elimden gelse sabahlara kadar girmezdim eve. Ama dayanamadı ayaklarım bunca yola. Benden habersiz tuttu evin yolunu. Ayaklarıma da geçiremedim söz. Yüreğime zaten geçiremiyorum. Ben bana söz geçiremiyorum..

Eve geldim uyuyacaktım. Noldu hatırlamıyorum. Noldu da ben bu saate kadar uyumadım hiç bilmiyorum. Uyumaya niyetliydim de. Uykunun şefkatle beni kucaklayacağını düşünerek girmiştim eve. Uyuyayım demiştim. Uyuyayım da sabah olsun. Sabah oldu olacak. Ben uyumadım. Ama uyumalıydım. Birazdan gün ağarmaya başlayacak. Şiş gözlerimi görmemeli kimse. Hoş görecek kimse de yok da konumuz bu değil. Sabah olacak ve tüm canlılar günü selamlamaya başlayacaklar. Birer birer uyanacaklar ve çıkacaklar gecenin o şefkatli kollarından. Seslerini duyurmaya başlayacaklar hayata. Benim yeni bir günü selamlamaya gücüm yok. İsteğim? O da yok. Ben uyuyayım istiyorum sadece. Bir süre uyanmasam da çok güzel olur aslında ama..

Gün ağarmaya başlıyor.. ben bir yıldız olmayı düşlemişken bugün.. yıldızlar birer birer yok oluyor...
Bu yazıyı hemen noktalamalıyım. Başım ağrıdan çatlayacak. Üstelik uyumak istiyorum. Yeni bir günü karşılamak istemiyorum..

Kulaklığımda Hirai Zerdüş "Yara bere" çalıyor.
Diyor ki  "Ne gücüm var ne dermanım"
Diyor ki " Yara bere içindeyim."
Öyle.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Gece, (sancısız)

"Gece"

Aslında "gece" olmayacaktı bu yazının konusu.. Gitmek olacaktı, gidememek olacaktı.. Lakin ağrısı bol bir yazı olur gibi hissettim. Daha az ağrılı bişi olsun dedim. Dedim de uzaklaşamadım çok hissettiklerimden. "Gece" olsun dedim. Sanki "gece" sancısız bir yazı olmayı başarabilecekmişcesine..

Geceleri nedense gündüzlersen çok sevdim. Gece ne yapmak istiyorsan onu yapmak için ideal bir zamandı bana kalırsa. Küçükken hiç uyumak istemezdim bana uyumam gereken saat söylendiğinde. Uyunması gereken vakitse, neden herkes uyanıkdı? Seste de uyuyamam zaten. Biraz inadımdan biraz sesten bir türlü dalamazdım uykuya. Sağa sola döner dururdum yatakta. Odaya biri girdi mi uyuyor numarası yapardım. Sonra herkes için uyku saati nihayet gelirdi, uyku için hazırlanılırdı, televizyon kapanırdı, ışıklar kapanırdı. Uyumak, uykuya dalmak için her şey hazır olurdu. Uykuya dalarlardı hiç zorlanmadan. Şaşardım. Benim uykuya dalma sürecim genel olarak hep zorlu olmuştur. Kafasını yastığa koyar koymaz uyuyanlara hep imrenirdim. Keşke, derdim ben de yapabilsem. Olmazdı. Olduramazdım. Sesler ilişirdi kulağıma, ortalık karanlık ama yine de uyuyamazdım. Kalkardım yavaştan sıyrılırdım yataktan. Bahçeye çıkardım. 

Bahar akşamları yağmur yağıyorsa biraz dururdum öylece bahçede, dinlerdim, izlerdim, gözlerimi kapatır, derince nefes alıp hissetmeye çalışırdım toprağın kokusunu. 
Kış akşamları ise kısacık zamanda üşüyerek girerdim içeri. 
Eğer yaz akşamı ise ki en sevdiğimdir durur yıldızları izlerdim. Çok büyülerdi çocuk kalbimi o akşamlar. O sessizlik. Herkesin uykuda olup da benim uyanık olmam çok keyiflendirirdi beni. Uyuyun derdim uyuyun. Ben uyanığım. Ve siz kaçırıyorsunuz benim gördüğüm onca güzelliği..
Hele yaz sabahları bilinçsizce erkenden uyanırdım. Bahçede kuş sesleri. Anlamaya çalışırdım; kumrular? uyanmış, kırlangıçlar? uyanmış, martılar? uyanmış, kediler, köpekler, böcekler, karıncalar,çekirgeler.. herkes uyanmış. İşte derdim doğa çoktan uyanmış. Sessizce mutfağa girer kimseyi uyandırmadan bir bardak kahve yapmayı başarıp da çıkmış olabilirsem bahçeye, o gün şanslı günümde olurdum. 

Şimdilerde hala severim sabah uyanmayı. Ama hep uyanmam. Uyku, canım uyku. Hep daha sarıp sarmalayıcı zanımca. Geceler boyu nasıl da kucak açıyor bir dünya dolusu insana. Nasıl da sarıp sarmalıyor.. he düşünecek olursam şöyle de bir soru beliriyor zihnimde, "ee her kese kucak açan bu uyku bir sana mı açamıyor, bir seni mi alamıyor içine?" Diye. Ama öyle düşünmüyorum. O, o kucağı herkese açıyor. Belki bazen de açmıyor bilemiyorum. Düşünmek de istemiyorum bunu. Her şey değişebilir. Hissettiklerim ve düşüncelerim buna dahil. Lakin ben gecelerin yalnızlığını seviyorum. Herkes bilmez zira bunun tadını. 
"Gece uykuları" nı herkes tadar da "gece uyanıklığı"nın tadını yalnız iyi gurmeler bilir bence.
Kendimi de nasıl övdüm:)

Belki bu yüzden "gece" olsun istedim bu yazının konusu. Ne kadar sancılarım, ağrılarım olursa olsun içinde. Yine de sevdiğim, her şeyiyle.
Her şeyiyle sevdiğim diğer sevdiklerim gibi.
Yani "gece" güzel
"gece" can.
O vakit canım insanlar, 
İyi gelsin geceleriniz..

Ha bu arada, 
"Gece" sancısız bir yazı olmayı başardı bence. :))

3 Temmuz 2025 Perşembe

Merdivenlerde Ağlamadım,

Merdivenlerde ağlamadım,

Dün işteyken oturup merdivenlerde ağlama fikri bir an o kadar mantıklı geldi ki.. nolurdu sanki oturup ağlasam? Arkadaşlarımla konuşurken "merdivenlerde oturup ağlasam olur mu?" dedim. "Olmaz" dediler. Eve gidince ağlarmışım. "Evde de ağlayamıyorum" dedim. "Omzumda ağlarsın" dendi. Ağlayacak bir omuzum varmış. Nasıl güzel..
Oysa yıllar önce çok sevdiğim biri "aşık olup ağlayacaksan, ağlayabileceğin bir omuz yok bende" demişti. Hala canımı acıtır için için.. 
Akşam işten çıkınca eve giremedim. Ağlamayı istiyordum ya, evde de ağlayamıyordum taktım kulaklığımı attım kendimi sokaklara. 
Yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm.. 
Sonra ablamı merak ettim. Ağrı hissedince insan sevdiklerinin ağrılarını da hissediyor. Ağrı hissetmese de hissediyor gerçi. Ben hissediyorum. "Ağrıyor mu hala dişin" dedim, hala ağrısının olduğunu ama eskisi kadar olmadığını söyledi. "Sen nasılsın" dedi sonra. "Bugün bir ara işte merdivene oturup ağlamayı düşünüyordum, ama iyiyim." Dedim. Gülerek söyledim hatta, hafif, geçiştirerek. İnsan bazen en derin acısını bile küçük cümlelere sıkıştırıp yük olmamaya çalışıyor kendisine, karşısındakine. 

Bugün yine işteyim. Her şey normal, sıradan ilerlerken bir anda bir kadın çıkageldi. Kasanın yan tarafında çiçeklerin olduğu sepette çok kısa bi durdu. Elini uzattı onca güzel, açmış çiçek varken ölmek üzere olana doğru uzattı elini. Tuttu ve aldı.
"Bunu ben alayım," dedi 
"Yoksa burada ölecek." kasaya doğru yanaştı. Gülümsedim buruk bir şekilde ama o an çok duygulandım. "Çok güzel" dedim. 
“Öyle ama ölecek,” dedi tekrar.
Durdum. Ne demek istediğimi anlatmak istedim. Kastettiğim çiçek değildi zira, kadının yüreğiydi.
Gözlerim doldu, sesim titremeye başladı.
“Çiçek değil…
Çiçek de güzel ama…
Ben yüreğinizi kastetmiştim.” dedim ağlamaklı bir sesle..
Gülümsedi, teşekkür etti.
Dolmuş olan gözlerime hakim olamadım. Oracıkta akıverdi. Kadın gözlerime baktı bir süre. Asla gözlerimizi denk getirmedim. Çiçeğini uzattım. 
"Yaşatıcam ben onu. Gör bak nasıl güzel olacak."  Dedi. "Şanslı bir çiçek o zaman. Tekrar gelirseniz fotoğrafını çekin, görmeyi çok isterim" dedim. "Güzel bir gün diliyorum" dedi. "Ben de" diyebildim ağlamaklı, titreyen sesimle. 

Dün merdivenlerde oturup ağlamak doğru bir haraket gibi gelmişti. Bugün kasada öylece gözyaşlarımın dökülmesi ve mani olamamam da acayip yanlış geldi. Lakin sevindim, mutlu oldum. Hiç bilmesek de bir yerlerde çiçekler kurumasın, ölmesin diye çabalayan birileri vardı.. biz hiç bilmesek de Evren'de biz solup gitmeyelim diye bir şeyler yapıyordur, belki..

O an, kimse bilmiyordu ama bir çiçek kurtuluyordu belki, 
Ve ben biraz daha dayanıyordum,
Hayata..

1 Temmuz 2025 Salı

Park,

"Kaç şey paylaşılabilir bir park'la?" 
Bu soru gelmişti yazımızın "park" konulu olacağını söylediğinde ablam. Sahi kaç şey paylaşılırdı? Kaç şey öğrenirdi insan çocukluğundan bu yana parklarda? ...

Geceye doğru, parkta yazmaya başlayayım istemiştim bu yazıya. Bekledim de bir hayli parkı boş yakalayabilmek için. Çünkü gündüzleri çocuklarındı parklar, neşeleri dünyayı saran, yaz akşamlarında gençlerin ve teyzelerin olabiliyordu ama geceye doğru nihayet yüreği hüzün kaplı birilerine kalıyordu. Bu gece de sanıyorum ki bana kaldı. 

Yanımda hiç açılmamış bir paket sigara ve evden çıkmadan termosuma özenle hazırladığım vodkam. Vodka gibi hissettiriyordu şu sıra insanlar bu yüzden vodka içme isteğim kabardı da kabardı.. Aniden oluyordu her şey. Ben bu yazıyı vodka eşliğinde parkta yazma kararını aniden verdim. Gözlerim de aniden doluyordu birkaç gündür. Çevremdeki insanlar da aniden ne yapacağımı bilemediğim şeyler yapıyordu.. Konu vodkadan bağımsızdı, aniden oluyordu her şey..

Parklar..
Kaç parkı olur bir çocuğun bilmiyorum lakin benim tek bir parkım vardı. Parkım derken gerçekten parkı benim sanan o kadar çok çocuk oldu ki. Parkın evimin dibinde olması ve benim evimden daha yakın bir evin olmaması parkı benim yapmaya yetiyordu. Neden benim olmasındı hem? Nedense bir parkımın olma ihtimali beni hep iyi hissettirdi. Birilerine göre benim hep bir parkım vardı..

Çandarlı'ya ayak bastığım günün tarihini tam hatırlamasam da günü dün gibi hatırlıyorum. 2006 Haziran, Çandarlı yolu boyunca ağlamıştım. O günden sonra da benim Çandarlı yolu boyunca ağlamalarım nadir de olsa oldu ama o ilkiydi. Çandarlı'ya gelene kadar hiç susmadan ağlamıştım. Çandarlı'ya geldiğimde ağlamaktan bir hal olan beni biraz avunayım diye evimizin dibindeki parka çıkartmışlardı..
Mavi salıncak hemen ilerisinde mavi bir kaydırak çaprazında yine mavi bir tahterevalli.. nasıl güzel.. 
Avundum. Uzunca zaman hem de..

Ne kadar çok şey paylaşılabilir ve öğrenilebilir ise bir parktan işte o kadar çok şey paylaştım ve öğrendim. İlk dostluklarımı kurdum, çocuk düşmanlarımı da edindim beraberinde. Güvenmeyi öğrendim ve hiç güvenmemeyi de. Kıskanmayı öğrendim, sevmeyi, ilk aşkı, ilk kavgaları, yaralanmamaları, gruru, grursuzluğu, kıyamamayı, ekip olmayı, kazanmayı ama hep kazanmayı.. oyunbozanlıkları hiç sevmedim. Buna rağmen oyunbozan birini çok ama çok sevdim. Dost edindim, kardeş edindim. Farklılıklarımızla uyum içinde olmayı öğrendim. Mahalle maçlarında biz ikimiz birlik isek kimse yenemezdi bizi. Çok netti bu. Herkes bilirdi. Bizim birlik olduğumuz oyunlarda oyun başlamadan mızıkçılık başlardı karşı takımdan. O yaşta, bizim yaşımızdakileri ve hatta büyükleri bile çok güzel alt ettik. Gece yarıları bakın bu tabir vardır benim lügatımda işte gece yarılarına kadar seslerimiz çıkardı bizim parkta. Hele yaz gelmiş ve yazlıkçılar da yerleşmişse yazlık evlerine yeni dostluklar ve heyecan başlıyor demektir. Başlarda birlik olurduk sonra her şey sarpa sarardı. Sevmeye başlardık çünkü sadece yazın var olacak çocukları. Her yaz biri popüler olurdu sanki. Onun ekseninde döner dururduk. Ayrışırdık, ayrılırdık, hoş değildi. Gene de sevdim sanıyorum yaz akşamlarını. Parkta geçirdiğim zamanları. Dedim ya ne kadar çok şey paylaşılabilirse bir parkta o kadar çok şey paylaştım ben "Köroğlu"nda. 

Lakin içimi şu ara biraz burkan şu ki hep yetindim. Hiç avutması zor bir çocuk olmadım. Bu parkta oynayabilirsin dendi başka parklar düşlemedim hiç. Yeltenmedim, hayalini dahi kurmadım.. O yüzdendir ki şimdilerde Eylül Asel veyahut çok sevdiğim canım kardeşim Umay elimden tutup da park yolunda ilerlerken biz nedendir bilmem kendimi bir süreliğine çok çok güçlü hissediyorum. Hele hiç bilmediğim yerlerde ise bu park ilk defa ayak basacaksam yüzümde o küçücük çocuk mutluluğu, gözlerimde heyecanı, içimde kıpır kıpır bir şeyler. Sanki yıllar yıllar önce bana sadece 1 park bahşedilmiş gibi değil de git en çok hangi parkı seversen orda oyna denmiş gibi. Ya da Sanki ben bana verilenle avunmamış hayal etmişim gibi..

Şimdi üzerinden yıllar yıllar geçti o çocukluk halinin. Ben hala şu parkta oturduğum bankta o çocuk gibi hissediyorum. Ve çok seviyorum parklarda kendisiyle karşılaştığım o küçük İlayda'yı.. 

Ali Lidar'ın kitapları ile yeni yeni karşılaştığım bir sonbahar zamanıydı. Elinde gazete kağıdına sarılı alkolü ile birlikte parklardan bahsediyordu. Kalkıp kalın perdeyi açtım diğer perdeyi de araladım. Hafifçe yağan yağmur camları ıslatmıştı. Parka baktım öylece bir süre. Bomboştu. Bir parka bomboş olmak hiç yakışmıyor diye düşündüm. Sonra alkol ve park geldi aklıma oturtamadım bir zemine. Nasıl olsun ki? Çocukların güle oynaya eğlendiği bir parkta gecenin gece yarısına evrilen saatlerinden sonra alkollü birilerinin parkta varlığını o zaman oturtamamıştım zihnimde. Tabi öyle büyük büyük laflar etmekten korktum ben hep için için. Yapmam demedim. Yeterli koşul olduğunda herkes her şeyi yapardı. Ben de yapardım. Yaptım da..

"Ben eve gitmek istemiyorum." Denmişti bana. "Bir bira daha içsek?" Parka gitmiş marketler kapalı olduğu için elimizde birer bira ile kalakalmış, oturmuştuk sabaha kadar. Bir noktada elimde alkolle parklarda oturacağım gelmemişti hiç aklıma. Bunun düşünüldüğü kadar da hüzünlü bir şey olmadığını düşündüm. Yapılabilirdi, zevkliydi.. 

Ben belki de hemen hemen bir saattir yanı başımda bir küçük İlayda ile oturmuş kalmıştım parkın bankında. Üstelik 1 lt ye yakın alkolüm ile. Onu sevmiştim, yüreğini çok çok sevmiştim. Benim yüreğime geçen onca zamanda hayatın kiri bulaşmıştı biraz.. Yine de ondan umutluydum. Küçük İlayda'dan. O daha acılar içindeydi..

Şimdiki halimle ona bir şeyler söyleyecek olsam derdim ki, 
"Göğe bakmaktan asla vazgeçme. Bokun içinde de olsan göğe bak ve düşle. Düşlemediğin şeye ulaşamassın zira. İnsanın evi yüreğiymiş bunu da bir düşün. Elinde alkolle parklara düşersen de korkma sakın. Zaten korkmuyor olacaksın. Ne elindeki alkolden ne de yeni parklar düşlemekten. İste olur mu? Yetinme sana verilenle. 'Ya bir yol bulacağım ya bir yol yapacağım' diye çok sevdiğin bir söz var şimdilerde. Biz seninle yeni yeni yollar bulacağız. Hayallerinin elinden tut, hepsine gücün olacak. Ve Seni çok seviyorum. Seni sen olduğun için çok seviyorum. Unutma bunu.." 

28 Haziran 2025 Cumartesi

İnsanların Kıyısından,

Yürümeye çıktık bugün. Yürüyüşün başında ve sonunda içtenlikle kurduğum ve içimin en derinlerinde hissettiğim duygu sanki beni şu anda yazmaya iten. 
"İnsanların kıyısından geçiyoruz sanki.." demek geçti içimden dururp dururken. Sonra anlamadım "ne alaka şimdi bu" dedim kendi kendime . Nerden çıktı?..
Çıkmıştı işte bir yerlerden. Ne anlam yükleyeceğimi bilemedim. Alelade kurulmuş bir cümleydi ama düşündürdü işte. Araya sohbetler girdi, dertler girdi, gülümsemeler girdi, insanlar girdi.. lakin yürüyüş sonunda ansızın yine belirdi o cümle içimde. "Biz" dedim kendi kendime "insanların kıyısından geçiyoruz.." 

Bu aralar hayatımın çok anlayışlı olduğu bir dönemindeyim. Herkesi anlamaya çalıştığım bir evre. Tam kızacam birine, ağız dolusu küfür edecem içimden bir ses nerden biliyorsun ki hayatını diyor. Nerden biliyorsun şuanda içinden çıkamadığı bir durumda olmadığını. İçimde bu ara yavaş yavaş yeşeren anlayış duygusu, işteyken birine anlık olarak fevri çıkışıp ters davranıp sonrasında çok üzülüp çok utandığım bir olaya evrilmesinden sonra iyice büyüdü içimde. "Mal" dedim kendi kendime. "Tüm günün negatifliğini hiç haketmeyecek birine nasıl da yükledin" Öyle oluyordu işte bazen.. 
Hiç haketmeyen kişiler hiç haketmediği şeyler yaşıyordu. Biz bunu kendimize yoruyoruz hep de acaba hiç haketmeyen kaç kişiye hiç haketmediği şeyler yaşattık hiç durup düşünmüyoruz. Tam nasıl bir şey olduğunu hatırlayamamakla birlikte şöyle bir şey okudum, "Bizim hayatımızda başrol biziz ve diğer herkes figüran ama onların hayatlarında da başrol onlar ve diğer herkes figüran.." öyleydi işte herkes kendi hayatının başrolünü oynuyordu. İyisiyle kötüsüyle...

Yürüdük, yürüdük ve yürüdük.. 
Dönüş yolu sayılabilecek bir noktada yine belirdi zihnimde bu cümle. Cümleyi ilk kurduğumda sesli söylemek dilimin ucuna kadar gelmişti. Bu defa gelmedi. İçimde kalsın dedim. Hatta eve gidip yazayım dedim. Ve şuanda da onu yapıyorum. Kurduğum gelip geçen cümlelerden olmasın diye yazıyorum. Hissettiğim o cümleyi sonra da baktığımda ne güzel söylemişim diye yazıyorum :) Aslında biraz da düşünmek istiyorum üzerine ama varmıyor sokaklarım düşünerek bir yere, vardıramıyorum..

Ne demek istemiştim acaba. Son seansta Pskoloğuma "İleriye geriliyorum" diye bir şey demiştim. Gülüp eğlenip anlamını bulmaya çalışmıştık. Anlam bulmada ve göremediklerimi görüp bana göstermede çok iyi bir yol aydınlatıcı kendisi lakin ben tek başıma da aydınlatırdım yolumu da bu sefer yapamadım sanki. Ne demek istemişti kontrol edemediğim yanım bana? İçinde olamadığım bir şeylerin. Yıllardır bir yanım "bir şeylerin parçası olamamak" gibi bir şey hisseder. Oysa bir çok şeyin parçasıyım ama gitmez bu his hiç içimden.. Bundan kaynaklı mıydı? İnsanların kıyısından geçiyorum ama girmiyorum içeri merak etmiyorum sularını, sıcaklığını,soğukluğunu mu diyordum? Ne diyordum ben yahu. Amma sorulu gece oldu kendi içimde. Sahi insanların kıyısından biraz daha içeri girmeye gücüm var mı onu da bilmiyorum. Yorgunum sanırım ama içimde de bir heyecan. Diyor ya Ahmet Kaya şarkısında "Yorgunum çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var.." diye öyle hissediyorum işte. Bir cümle hem tüm yorgunlukları hem de umutları içerebiliyor..

Üzerine biraz daha kafa patlatırım belki, veyahut defterime yazar bırakırım bu cümleyi, salarım yakasını, kapatırım defteri, yakarım sigaramı, bir sigara içimi kadar geçer aklımdan bu düşünce ve kapatırım konuyu..
Ben zamana da inanırım, ansızın hiç beklemediğim bir anda bulurum belki şu havada kalan sorularımın cevabını.. bilemiyorum...

Lakin bir sahil kasabasında her sokağın eninde sonunda denize vardığı bir yerde büyümüş biri olarak inanıyorum ki kıyı güzel bişi. 
Kıyıya varmak güzel bişi. 
Hele ki denize çıkan sokaklar gibi hissettiren insanlar.. 
Çok çok güzel bişi..

 

24 Haziran 2025 Salı

Her Ay'a bir kitap 2: Bazen Bahar

Bir Pınar hanım gününde karşılaştım Melisa Kesmez'in "Çiçeklenmeler" kitabı ile. Pınar hanımlı günlerin öncesini ve sonrasını hep sevdim. Çok sayıda hüzünlü, acılı, ızdıraplı, sancılı.. Az sayıda, 3 yıldır 1 elimdeki parmak sayısını geçmeyecek kadar az sayıda mutlu, umutlu, gülümsemeli ayrılışlarım oldu.. yine de severdim o günleri. Hatırlayamadığım bir zamanda seans öncesi erken gelmiş olmamın verdiği rahatlıkla avare avare kırmızı kedi kitapevinde dolaşırken gözüme kapağı çarpmıştı Melisa Kesmez'in "Çiçeklenmeler" kitabının, tam da çiçeklenme fikri vardı yüreğimde satın almak üzere elimi uzattığım anda "Nohut Oda" diye de bir kitap gördüm alıp almamak arasında git gel yaparken zihnimde kendimi kasaya 2 kitapla giderken buldum. Her ikisini de alacaktım belli ki, kasadaki görevli 3 al 2 öde kampanyası olduğunu eklemek istediğim bir şey olup olmadığını sordu hemen gittim kitapları aldığım yere 2 tane daha "Çiçeklenmeler" kitabı aldım. Hiç düşünmeden bir anda yapmıştım bu eylemi. Biri Pınar hanıma biri Müjgan hanıma diye geçti içimden. Tek çiçeklenmemek lazım birlikte çiçeklenelim diye düşündüm. Yüzümde kocaman bir gülümseme ile girdim görüşme yerinden içeri Müjgan hanım dedim, bu size :) Şaşırdı hissettim. Bir heyecanla açtı, kitabı görünce bir çiçeklenme belirdi yüzünde çiçeklenmeyi hakediyoruz çiçeklenelim diye bu kitap dedim :) içten teşekkürüne rica ederim diyerek Pınar hanımın odasına gittim. Ona da kitabını verdim ve konuşmaya koyulduk..

Aradan baya zaman geçti ama ben bir türlü okuyamadım bir hevesle aldığım kitabı. Üstelik yeni kitaplar da bakıyordum haksızlık ederek kitaplığımda bir hevesle alıp okumadığım onlarca kitaba. Yine de istiyordum hala yeni bir şeyler almak. Tesadüf o ya Melisa Kesmez çıktı yine karşıma. Bu defa "Bazen Bahar" kitabı ile, tam da baharın er veya geç geleceğini düşündüğüm bir zamanda baharı beklerken.. İşimden istifa etmiştim. İyi mi kötü mü bir karardı, bilmiyordum. Mutsuz olduğumu ve mutsuz olmak istemediğimi biliyordum. Kıymeti bilinen her şey çiçek açardı ben de günden güne soluyordum. Hissediyordum da.. kötüydü. Ama karara varmış ve etmiştim istifa. Tabi istifa etmekle de kalmıyordu ki mesele. Birlikte mezun olduğum arkadaşlarımın göz ardı edilemeyecek kadar yüksek oranı işsizdi. Ben işimi bulmuştum, alışma sürecini atlatmıştım, zorlukları yenmiştim, nitekim artık kurum da bana ben de kuruma alışmıştım, 10 aydır çalışıyordum, istifa etmek nerden çıkmıştı, bulup bunuyordum belli ki, nankörlük ediyordum, her iş yerinde sorunlar olurdu, mutsuz da olabilirdim bu sorun değildi.. İşim vardı ya şükretmeliydim.. öyle olmadı. Yapamadım ben. Belki de yaptım. Tüm her şeye rağmen, kendime rağmen kurabildim cümlemi ben burda mutsuzum, dedim. Gitmek istiyorum buyurun istifam.. baharın geleceğini hissetmiştim bunu yaparken. Çünkü inanıyordum yürekten, "baharın gelmemek gibi bir huyu yoktur. İlla ki gelir." Gelirdi, gelecekti, gelmeliydi.. 

İşte bu yüzden çekmişti beni "Bazen Bahar" kitabı kendine. Her zaman çiçeklenemiyorduk belli ki ama bahar geliyordu, bazen de olsa geliyordu.. gelmemek gibi bir huyu yoktu...

"Her Ay'a Bir kitap"ın yeni kitabı da bu olsun istedim. 2 tane aldım kitaptan. Bugün bir Pınar hanım günü çıkışında oturup bir kahve ısmarladım kendime. Melisa Kesmez'in Haziran başında nihayet okumaya başladığım ilk kitabının içine yeni sahibi için bir not yazdım. Kahvemi bitirdikten sonra kalkıp İzban durağına doğru yürürken trenin 5 dk ya izbanda olacağını öğrenip alelacele attım adımlarımı.  Varmaya çalıştığım Aliağa trenine doğru hızlı hızlı inerken merdivenden ikilemde kaldım İzban durağında bir banka bırakırım diye düşündüğüm kitabı acaba başka bir gün mü bıraksam diye sonuçta böyle hayal etmemiştim bu anı. Sonra bir anda merdivenin tutma yerine doğru kaydı elim ve kitabı bırakıverip 2-3 saniye içinde trene bindim ve kapılar kapandı. Bir anda nabzımın baya yükselmiş olduğunu fark ettim. Bazen düşünmemek daha iyi diyip içimden, gülümsedim kendi kendime..

Şimdi diyeceksiniz belki ee "kitaptan bahsetmedin kitap dışında her şeyden bahsettin" diye.. Haziran ayı boyunca Melisa Kesmez'in 4 kitabını okudum 5. Kitabını da okuyarak Haziran'ı onunla kapamayı düşünüyorum. Kalemini sevdim. Çok sevdim sanırım. Bir solukta okunabilecek kitaplar olması sularımı, durultmaya,berraklaştırmaya çalıştığım bir zamanda çok iyi geldi bana. Kalemini benzettim de biraz kendime yalan yok. Ben biraz daha acımasızca yazıyordum bana kalırsa, o biraz daha aklı başında. Aklı başında olunmalı da zaten ama sanırım ikimiz de aynı yerlerden besleniyoruz. Yazılarının çoğunun mutluluğa bir türlü varmıyor, varamıyor olmasının başka bir açıklamasını bulamadım çünkü. İnstagram da dönen bir twit var bilmem denk geldiniz mi? Net olarak nasıl dediğini hatırlamamakla birlikte özetlemem gerekirse diyor ki, "birine kızdığında,kırıldığında,öfkelendiğinde tepki vermeden önce dur ve düşün. Karşındakinin çok kötü bir gün geçiriyor olabilmesi ihtimalini.."
Melisa Kesmez'in kitapları da biraz böyle sanki, bir şeyler umutlu başlanıyor ama nedense hüzne bağlanıyor.  "Beyaz Kelebekler" yazısında "Hiç giymediği bir eldivenin tekini kaybettiğinde üzülmez insan." Diyor. Üzülür canım, üzülür.. Giymeye hiç kıyamadığı eldivenin tekini kaybederse insan.. kahrolur. Hele hiç olmamışsa bir eldiveni,varlığını bilmediği bir şey için üzülemez diye düşünme sakın. SAKIN! diyorum. Mahvolur insan. Ziyan olur..
Altını çizdiğim satırlar çok oldu. Lakin hak verdiğim yerler çok daha fazla oldu yazara. Dedim ya benzettim kalemimizi diye,
Her kitabında sık sık benzer cümleyi kuruyordu. "Kurtama Gemisi" nde şöyle kurmuştu cümleyi, "Canımın çok yanacağını bile bile mi atlamıştım ateşin içine yoksa? 
Huyumdu çünkü. Atlardım." 

Benim de huyumdur. 
Atlarım..

Bu kitap, kitaplığımda bulunduğu için mutlu olacağım kitaplardan biri oldu.
Aynı zamanda hiç tanımadığım birinin kitaplığında benden hediye bir kitap olacak bu kitap. Umuyorum kitabın yeni sahibi de kitaplığında bu kitap var ve bu kitaba sahip diye mutlu olur.
Düşüncesi bile nasıl güzel,nasıl umutlu..

13 Haziran 2025 Cuma

Aslında bu bir veda..olacaktı.

Aslında bu bir veda..olacaktı.

Hesap ödemek için kasada beklerken çocuk neşesiyle gülümseyerek el sallayarak bana doğru yürüdü ve gayet içtenlikle kurdu cümlesini,
"Yine bekleriz, her zaman gelin, bekleriz"
Çocukça bir gülümseme belirdi yüzümde,
"Yine gelirim, her zaman gelirim"
"Tekrar afiyet olsun" dedi diğer müşterilerle ilgilenmek için ilerlerken.
Her zaman gelirim cümlesini kurarken kasadaki beyle göz göze geldik. Gülümsedi "daha yeni başladı, acemi ve heyecanlı " dedi. Zaten geldiğimi ve geleceğimi bilir gibi.

Bu bir veda olacaktı. Yine gelecektim belki ama eskisi kadar düşmeyecekti yolum. Kendime yeni yeni yollar çizecektim. Güzel günleri beklemeden kalkıp ben gidecektim. Yol öğretirdi, yeni yeni hayaller kurmayı en başta. Ben de öğrenecektim. Öğrendikçe yeşerecekti içimdeki çiçekler. Bahar gelecekti hem de ben böyle olduğum için gelecekti bahar. Ben getirtecektim. İçim buruk çıkmıştım yola. Bir vedanın hüznünü taşıyarak, vedaya hazırlanarak 2 saat yol gelmiştim.
Birden bire içimin çiçekleneceğini bilemezdim "Aslında gelmem" demek yerine "Yine gelirim" demiştim. Üstelik "her zaman gelirim" diye de eklemiştim. Birden bire olmuştu. Ben onca saat buruk bir vedaya hazırlanırken hayat vedaya gerek olmadığını göstermişti bana. Üstelik kelimeler bir anda dökülmüştü ağzımdan, hiç farketmeden.
Güzel olan şeyler bekleyince değil beklemeyi bıraktığında ansızın gerçekleşiyordu..

Dedim ya, bu bir veda olacaktı.
Ama sanki yeni bir başlangıçtı..

2 Mayıs 2025 Cuma

Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451

"Düşlerin olmadan her yer uzaktır." demiş hiç tanımadığım biri,
çok iyi tanıdığım ve çok sevdiğim biri de
"Okudukça düşlerine hayallerine ulaşırsın. Okyanuslar gezer, insanlar tanırsın." demişti,
yıllar yıllar önce...

Bir hayal kurmuştum tarihini net olarak hatırlayamadığım bir zamanda. Okumak istediğim kitaplardan kendime alırken veya daha önce okuduğum kitaplardan bir tane fazla alıp içine bir not ekleyerek bir yerlerde bırakacaktım. Hiç tanımadığım insanlara bu şekilde kitap hediye etmiş olacaktım. Bu fikir beni çok heyecanlandırsa da bir bütçe gerektirdiği için ve benim o zamanda buna ayıracak bütçem olmadığı için ertelemiştim. Bir süre önce de artık yapabilirim diye düşünüp karar verdim. Fakat şu sıra hayatımda düzenli olarak yapabildiğim çok az şey var ve bir kitap serüvenini kaldırabilir miyim bilemiyorum. Bir süredir bir şeyler sürekli öteleniyor, diğer günlere..

Selçuk'a gitmek uzun zamandır vardı aklımda. Bir türlü denk gelip planlayamadık. Sonra bir anda arkadaşıma  gitsek mi dedim, gidelim dedi ve koyuldum planlamalar yapmaya. Sonra bir anda uzun zamandır ötelediğim kitap serüvenini yapmak geldi içimden. Dedim Selçuk veya Şirince güzel bir başlangıç olur :) 

"Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451" ilk kitabın bu olması benim için fazlaca anlam taşıyor. Üniversite zamanlarından bir şeyler kalır ya insanın hayatında benim de hayatımda yeri hep olacak bir kitap oldu bu kitap. Kitabın konusu, vermek istediği mesajlar, içeriği.. benim yapmak istediğim iş için çok uygun olduğundan ilk kitap olarak bunu seçmek çok zorlu bir süreç olmadı. 

Bu yazıda size öncelikle hayalimden bahsetmek istedim. Her ay yeni bir kitabı hediye ederken hediye ettiğim kitap ile ilgili düşüncelerimi buraya yazmayı planlıyorum. Bu yüzden yazılarım devamı olacak :) Çünkü "Her Aya Bir Kitap" :)) 

Hadi biraz da kitaptan bahsedeyim size; 

Fahrenheit 451 ; 
451°F kağıdın kendiliğinden tutuşma noktasını ifade ediyor. Kitabın ismi de buradan geliyor. Kitaplar yakılıyor lakin bu defa kendiliğinden değil ateşe verilerek tutuşturuluyor..
İtfaiyeciler günümüzde yangın söndürme işini yaparlarken kitapta itfaiyeciler yangını söndüren değil yangını çıkartan olarak kurgulanmışlar. İlk dikkatimi çeken konu bu olmuştu. Şaşırmıştım nasıl yani demiştim? Öyle bir devlet düzeni kurulmuş ki kimsenin kitap okuması istenmiyor. Kitapların mutsuzluğu arttırdığı düşüncesi yaygınlaştırılmış ve insanlar mutsuz olmak istemedikleri için kitap okumuyorlar. Devletçe de sadece eğitim kitapları okumak serbest bırakılmış ve diğer kitap türlerini evinde bulundurmak, okumak, okutmak.. yasaklanmış. Evlerinde bu tür kitap bulunduran insanların evine baskın yapılarak kitaplar itfaiye çalışanları tarafından yakılıyor ve insanlar hakkında soruşturma başlatılıyor. 

İnsanlar dijital yaşama o kadar bağlılar ki telefonlar, televizyonlar, bilgisayar oyunları.. olmadan bir yaşam asla düşünemiyorlar. Öyle ki iletişim çok zayıf bir halde. Televizyon dizilerindeki oyuncular insanların aileleri gibi hatta belki biraz daha fazla yakınlar onlara ailelerinden. Günlük konuşmaların dışında sohbet, muhabbet eden kimse yok. İnsanlar insanların içinde insanlarsız yaşamaya çok alışmış. Kitaplar, düzen kimsenin umurunda değil. Tek düşündükleri kitap okumak mutsuzluktur ve mutsuz olmak istemedikleri..
Şiir kitapları hüzünlendirir, Romanlar insanları hayal kurmaya iter oysa tek tip insan yaratmak isteniyor. Farklılaşmanın olması devlet büyüklerinin insanları kontrol altında tutmasını zorlaştırır ve bu istenmiyor. Devletin bir kolu olan itfaiyeciler toplumun huzuru ve mutluluğu için çalışıyorlar, kitabın ana karakteri olan Bay Montag bu çalışanlardan sadece biri. 

Clarisse düzene ayak uydurmayan, dijitalle bağı bulunmayan anı yaşamayı seven biridir. Yani farklı, ve farklılığı Bay Montag'ın gözünden de kaçmıyor. Bakmak ve görmek aynı şey değildir. Clarisse'nın farklılığı Bay Montag'ın görmeye başlamasındaki en büyük etkendir. Bay Montag artık sadece bakmakla kalmayıp mutluluk oyunundan sıyrılmaya da başlamıştır. Ardı ardına birbirini takip eden gelişmeler böylelikle doğmaya başlar.

Kitapta beni çok etkileyen şeylerden bir diğer şey tüm zorluklara rağmen kitaplar okuyan bir grubun her üyesinin kitapları ezbere biliyor oluşuydu. Eğer itfaiye çalışanları kitaplarını yakmaya gelirse her bir insan bir kitabın yerine geçip kitapların varlığını yaşamları boyunca sürdürecek sonrasında ise yeni insanlara aktaracaklardı. Bir kitap ezberi ile başlayıp ezberleyebildikleri kadar çok kitap ezberleyerek bir çok kitabın varlığını devam ettirebilmek için tüm benlikleriyle çalışıyorlardı.

Ben kitabı keyifle okudum, çok sevdim ve kitaplığımda yerini aldı. 
Hiç tanımadan hediye etmiş olduğum kişinin de benim sayemde kitaplığında var olacak bu kitap.
Nasıl güzel.. :))
Yürekten inanıyor ve söylüyorum ki;
Sevdiğimiz kıymet verdiğimiz her şey,
Elden ele..

29 Nisan 2025 Salı

Fernweh 🕊🕊🕊 / 🚲

"Bir de kuşlar var hakim bey; Her şeyin başı onlar. Onlar koyuyorlar özgürlüğü insanın aklına.." diyor yazar ve ekliyor;

"Eklemeyi unuttum hakim bey! Bir de baharlar var, Ne zaman her şeyi bırakıp öldüysek, O yine dirilmeyi, renklenmeyi öğretti. Baksanıza her yer çiçek.."

Küçüktüm, çok küçüktüm.. O kadar çok hayaller kurardım ki.. 
Kimine göre ipe sapa gelmeyen şeylerdi hani derler ya boyundan büyük tam olarak öyleydi işte hayallerim. Boyumdan büyüktü. Küçük yaşımda boyumdan çok çok büyük hayaller kurardım ben. 
İçimde hep özgür bir ruh vardı zincire vurulmayan, vurulamayan. Ne kadar olmaz denirse bir iş için o kadar heveslendim. Neden olmasındı? Olmazları çok fazla büyütüyorduk hayatımızda, oluru varsa da olmaz diyorduk.. İyi de neden?

Hayatımda hayalini kurduğum ama dışarıdan "olmaz" denilen birçok şeyin olurunu buldum ve oldurdum. İmkansız gibi hissettiğim "hayalini kuruyorum" ama gerçek olmaz bunlar dediğim şeyler.. Olurunun bana çok uzak olduğunu düşündüğüm şeyler. Birçoğu bir bir gerçek oldular. Birçoğu da gerçek olmak için bekliyorlar. Hayallerime zaman veren biri değildim. 1 sene içinde bunlar olacak 5 yıl içinde şunlar.. gibi listelerim pek olmadı. Gerçek olmasını istediklerim vardı, ne zaman gerçek olacaklar bilmesem de gerçekleştireceğimi bildiğim. 

Umudum hep vardı. "Göğe bakmak" tan , düşlemekten , iyimser olmaktan hiç vazgeçmedim. Bu belki de en sevdiğim özelliğim. B*kun içinde debeleniyor da olsam bir anın geleceğini ve benim oradan çıkacağımı hep biliyordum. Hep inanıyordum kendime. Bir sevdiğim şöyle demişti "Belki de korktuğun şeyler yaşadıklarının yanında hiçbir şeydir." düşündüm.. En sevdiğim özelliğim olma yolunda kapışacak bir diğer özelliğim de "düşünmek" olabilir, ikisi kıyasıya yarışırlar.
İnsanlarla göz teması kurmayı sevmem dikkatimi çeken herhangi bir cümle kurarlarken gözleri ile temas halinde isem o bakışları zihnimde kalır; korkuyorum, üzgünüm, ne yapacağım bilmiyorum... Sevdiğim insanların mutluluklarının değil hüzünlerinin zihnimde kalıyor olması bana kötü hissetiriyor ve bu yüzden de insanların gözlerine bakmayı çok fazla sevmiyorum. Ama artık zihnimden temizleyebiliyorum gibi bakışları ama konumuz bunlar değil. İnsanların kurdukları cümleleri düşünüyor kendimce muhakeme ediyorum. Bu da sevdiğim özelliğim. "Göğe bakmak" ve "Kendi içimde muhakeme yapmak" kıyasıya kapışırlar.. Konu en sevdiğim özelliklerime nasıl geldi bilmiyorum. :D ve asıl meseleye dönüyorum. 

Dövme yaptırmak :)
Bu da benim çocukluk hayallerimden biriydi. Ne yaptırırım, nasıl yaptırırım, ne zaman yaptırırım, çok mu acır, ailem buna razı olur mu.. bilmiyordum. Sadece yaptırmak istediğimi biliyordum. Bir şey üzerine çok düşünmenin içimde bir şeyleri karmaşıklaştırdığını da çok iyi biliyorum. Bu yüzden hemen yapamayacağım şeyler üzerine pek düşünmemeye çalışıyorum. Zorlu oluyor ama mecburen yapmam gerekiyor..

"Ne zaman bilmiyorum ama dövme yaptırmak istiyorum."
"Saçmalama günah!"
..
"Bir gün ben de dövme yaptıracağım."
"Günah!"
..
"Ben dövme yaptıracağım!" 
"Kendi kararın."

Bazen diğer insanların değil, kendi hayatınız için olan cümlelerin sonuna "sizin" ünlem koymanız gerekir. Diğer türlü insanlar sizi yönlendirmeyi kendilerinde hak sanıyorlar. Konu tartışmaya açık değildi yaptıracaktım. Bu benim hayatımdı ve başkaları için yaşamayacaktım. İsteklerimden hayallerimden başkaları için vazgeçmeyecektim. Öyle de yaptım. 2-3 dövmeciye gittim ne istediğimi biliyordum ama yaptırmak için insanın da içime sinmesi gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta sürekli vücudumda taşıyacaktım ve yapacak kişinin bana güven veriyor olması gerekliydi. Ama güven aradığım 3 dövmecide de bulamadım bu güveni. Sonra çok düşündüğüm kanısına vardım. Bir sonraki gideceğim yerde çok düşünmeden yaptıracağım diye niyetlendim. Tanımasam da aileden birinin dükkanına gidiyor olmamın da verdiği rahatlıkla yaptırdım dövmemi :) 

Fernweh 🕊🕊🕊
Almanca bir kelimeydi Fernweh. Tam olarak bir kelimede Türkçe'ye çevrilemiyordu. Google çeviride "yolculuk tutkusu" diye geçiyordu ama anlamı daha derindi "Daha önce bulunulmayan uzak yerleri özleme hissi. Gitmek ve keşfetmek arzusu." diyordu bir kaynakta. Diğerinde ise "Uzaklara özlem duymak, hiç bilinmeyen, gidilmemiş, görülmemiş yerlere duyulan hasret." diyordu.

Özetle yüreğimde asla kendimi bir yere ait hissetmeme duygumu açıklıyordu sanki. Hep uzakları özlüyordu yüreğim. Hiç gitmediğim, insanlarını bilmediğim, yüreklerini tanımadığım, sokaklarını yürümediğim, bisikletimle dolaşmadığım, oturup bir kafe de kahve içmediğim, sahaflarını gezmediğim, kıyılarındaki hayatı imrenmediğim, insanlarını tanımaya çalışmadığım.. Hep başka diyarlar geçiyordu içimden. Gitme düşüncesi sarsa da tüm benliğimi, ben kalıyordum. Bu benim seçimim olmadığından daha bir dayanılmaz oluyor mutsuzluğu, hüznü..
Fernweh bana beni hatırlatacak bir kelimeydi. İçinde özlem barındırıyordu ve nitekim umut. Umut da bana; gökyüzünü, gökyüzündeki kuşları anımsatıyordu. İşte kuşların da hikayesi buydu. Nasıl ki doğduklarında alçalmadan yükselmeyi öğrenemeyeceklerini bildiklerinden düşmeyi göze alıyorlar, nasıl ki göç etme mevsiminde tüm zorluklara rağmen uçmaktan vazgeçmiyorlar.. 
Ben de inanmaktan vazgeçmiyorum. Ve göğe bakıyorum. Güzel olacak günlerin hatırına.

Bisiklet dövmesini de beni bilen anlar,
Severim,
çok.. 🚲 

Şair konu ile ilgili şöyle diyor;

"Hayaller,
 Hayallerimiz.
 Ya gerçek olacaklar 
 Ya da biz bu inançla öleceğiz.
 Olsun, ikisi de güzel.."

İkisi de güzel.. 











Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk

Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk  Güneşin doğumuna eşlik ettiğim bir günde yazayım istedim bu yazıyı. Bu yüzden ki...