17 Ağustos 2025 Pazar
Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk
16 Ağustos 2025 Cumartesi
Tatsız Menemen,
7 Ağustos 2025 Perşembe
Kurşun Kalem İle Yazılmış ; Amsterdam
Üniversite 2. Sınıftaydım öğretmenimiz bir şehir seçip orayı araştırıp sınıfta sunum yapmamızı istemişti. İşin garibi Türkiye'de olmamıza rağmen Türkiye'den şehir seçen öğrenci sayısı çok çok azdı. Benim seçimim Amsterdam'dı. Her zaman içimi sıcacık etmişti bu şehrin düşüncesi. Hiç düşünmemiştim seçerken. Öyle bir anda heyecanla yükseltmiştim sesimi "Amsterdam olacak benim şehrim" diye. Sesim o kadar gür çıkmıştı ki hoca duymuş gülmüş kardeşinin de orda yaşadığını söylemişti. Güzel bir şehirdi yaşanılırdı, yaşanmalıydı..
Aradan yıllar geçti. Yeni bir Ülkenin yeni bir Şehirde yaşamanın endişesi, korkusu, heyecanı, neşesi, merakı.. Her şeyi vardı üzerimde. 1 ay olmuş 2. Aya doğru evriliyordu geleli çocukluk hayallerimin şehrine. İlk ay yasal işlemlerle uğraştığım ve her şey bir anda olduğu için işlemler nihayet bittikten sonra yeni yeni idrak ediyordum yepyeni bir hayata başladığımı..
Kendime Helmersbuurt da küçücük bir ev kiralamıştım. O kadar küçüktü ki ev değil stüdyo deniyordu. 1+0 dı çünkü. Bütçem buna yetmişti. Üstelik bu şehirde ne kadar kalacağım belli de değildi. İş hayatıma biraz burda devam etmem gerektiğini gidip gidemeyeceğimi sormuştu müdürüm. "Giderim" dedim. Önünü arkasını hiç düşünmeden. Böyle biriydim çünkü biraz ben. Hesap kitap yapmayı çok severim ama olmayacak şeyler yüreğimde ağırlık oluşturduğundan pek hesaplı kitaplı da yaşamam. Birbiriyle bağlantısız gibi ama konumuz bu değil. Bir anda olmuştu her şey "giderim" dedikten sonra. Ve işte artık o hayallerimin şehri Amsterdam da bir başımayım. Korkuyorum. Lakin hep korkularımın üstüne gittim yaşamım boyunca. Sonunda da hep güzel şeyler oldu..
Amsterdam'a geleli 1 ay olmasına rağmen henüz çıkıp keyifimce dolaşma fırsatını hiç bulamadım. Sürekli koştur koşturdu işler. Ama nihayet her şey yoluna koyuldu. 2 gün sonra Türkiye'den arkadaşlarım beni ziyarete bile gelecekler. Yani o denli rayında ilerledi her şey. Dün de nihayet 1 haftadır beklediğim kargoyu teslim aldım. Bisikletim Türkiye de kalmıştı. Bisikletler Ülkesinde bir süre yaşayacak olmama rağmen bisikletsiz gelmiştim bu şehire. Her şeyin yoluna girmesini bekliyordum kargo yapmalarını istemek için. Ve nihayet girmişti ve kavuşmuştuk bisikletimle. Yeni bir bisiklet almıştım kısa süre önce. Yeni yerlerde bisiklet sürmek için taşıması kolay olduğundan katlanır bir bisiklete ihtiyaç duymuştum. Bir de çanta almıştım sığabildiği. Defterimle, kalemimle dolaşmaya bisikletim de dahil olmuştu artık..
Yirmili yaşlarımın başını hatırlıyorum da büyüdüğüm yerde ezbere bildiğim sokaklarda dön dolaş bisiklet sürmekten bıkmıştım. Bugün ise hiç bilmediğim sokaklarda çevirdim pedallarımı. Üstelik hiç acele etmeden. Hiç hız yapmadan. Sanırım ezbere ilerliyor olmak hız yapmaya teşvik ediyordu insanı. Zaten biliyordum ordaki evleri, insanları, çiçekleri, ağaçları, hayvanları, sokakları, çukurları.. Bu yüzden de sakince bakma ihtiyacı duymuyordum etrafa.
Ama bugün..
Mart'ın ilk haftası gelmiştim şimdi ise Nisan'ın ikinci haftası başlamak üzere. Bugünü kendime ayırdım ve bisikletimle şehiri dolaştım biraz. Sabah erken saatte çıktım kutu gibi küçücük evimden. Evim Vondelpark'ın hemen kuzeyinde. Evi burdan bilerek tuttum. Sakinliği seviyorum çünkü. Yeni bir Şehirde yeni insanlarla hemen içli dışlı olmak istemiyorum. Biraz tanımak istiyorum. Biraz sakin kalmak istiyorum. Evden çıkıp Vondelpark a doğru çevirdim sabahın ilk ışıklarında direksyonumu. Bu denli büyük yemyeşil bir parkta ilk defa çeviriyordum pedalları. Sakindim, mutluydum, heyecanlıydım..
Benim büyüdüğüm yerde deniz kenarları vardı. Kenarları demek de çok doğru sayılmaz aslında Ege Denizi vardı çünkü sadece. Şimdi kanalların yanında sürüyordum bisikletimi. Amsterdam büyülüyordu insanı. En çok da beni.
Lomanstraat dan geçerken öyle büyülendim ki. Tünelli bir yol en çok bu kadar güzel olabilirdi. Durdum ağaçların tüneli oluşturduğu sokağın başında sırt çantamdan fotoğraf makinemi çıkarttım ve birkaç kare çektim yüzümde kocaman gülümseme ile. Roemer Visscherstraat a vardığımda durdum ve birkaç fotoğraf çektim yine. Sanki her noktası fotoğraflamalıydı bu şehrin. Her sokağı, her Evi, her köşesi.. fotoğraf çekerek geçecekti günüm besbelli. 7 farklı ülkenin mimarisinde evler bulunan bu sokak düşündürdü beni bir hayli. Blogumda bir gün yer vermeye karar verdim bu meseleye. Müzelerin olduğu kısmı biraz hızlı pedal çevirerek geçtim diğer yerlere oranla. Çünkü arkadaşlarım geldiğinde birlikte gidecektik müzelere, biletleri almıştık o yüzden vakit kaybetmeden başka sokaklar görmek istiyordum. Negen Straatjes e geldiğimde o büyülü Amsterdam'ı biraz daha hissettim içimde. 4 kanal nasıl olur da 9 caddeyi bağlar diye düşünmüştüm geçmiş zamanda. Görmek apayrı bir keyif verdi. Kalabalık içinde varolmak istemeyen ben burada biraz varolmak istedim. Durdum küçük şirin bir cafe kestirdim gözüme ki buranın tüm kafeleri çok güzel bence. Bisikletimi katladım oturduğum masanın yan tarafına köşeye yerleştirdim ve kitledim. Bisiklet şehri olmasına rağmen bisiklet hırsızlıklarının çok olduğunu duymuştum Amsterdam da bu yüzden elbette ki tedbirli davrandım. Bir filitre kahve ve kurabiye sipariş verdim. Burada hemen her sokakta kurabiye ve kahve bulunabiliyordu bu muazzam bir şeydi bana kalırsa. Kahvemi içtim ve kurabiyemi yedim dingin bir ruh hali ile. Biraz dinlendikten sonra Jordaan'a doğru çevirdim rotamı. Karanfillerin her rengini tarlalara gitmeden bile her yerde görebiliyor olmak çok güzel, renk çümbüşü mükkemmel. Tam da mevsimiymiş Nisan, her yer rengarenk karanfil. Renk çümbüşü olan Amsterdamı daha güzel hale getiriyor bu durum. Jordaan daki sokaklara çiçek isimleri verildiğini görünce gülümsedim. Çok güzel bir detay gibi geldi bu durum bana. Bisikletimi sürmeye devam ettim. Van Stapele ye varmak ve kurabiye almak istiyordum yine. Fakat vardığımda çok kalabalık olduğunu görünce başka bir güne bırakmaya karar verdim burdan kurabiye almayı. Neredeyse Dam meydanına kadar varmışken kıyısından geçip meydana varmıyorum. Çünkü çok çok fazla insan var gibi geliyor gözüme. Damrak a doğru ilerleyip kanalın dibindeki yamuk evleri görünce biraz telaşlanmadım değil. Fakat etrafta bu kadar çok bisiklet süren insan olunca buna şaşıyor sürekli buna gülümsediğim için de telaşım çok uzun sürmüyordu. Bir patates canavarı olarak ki gerçek bir canavar, Şehirde bu kadar çok patates satan yer beni acayip mutlu hissettiriyordu. Her yerde istediğim gibi patates bulabiliyorum. Bu sefer de patates yemek için bir mola verdim. Çok güzel bir cafede sipariş verip patatesimi yanında da biramı içtim. Kanal turu yapanları izledim ve ilerki bir zamanda benim de kanal turu yapmak istediğime kesinlik getirdim.
Red Light sokağının da kıyısından geçiyorum için için salak salak sırıtarat. Amsterdam Tren istasyonuna kadar bisikletimi sürmüşken bir güne yeterince yeni yeri sığdırdığımı düşündüm. Feribotların oraya kadar gelmiş olmama ve feribotların ücretsiz olduğunu bilmeme rağmen geçmek istemedim A'dam lookout tarafına. Yoruldum biraz ve eve varmak istediğim için de eve doğru çevirdim direksyonumu. Eve dönerken kutu kadar evimde bira olmadığını hatırlayıp bir yerden bira ve yiyecek bir şeyler alıp eve girdim. Bisikletimi katlamadan eve çıkardım. Kendimin zor sığdığı evde duvarın dibine bisikletimi dayadım. Birkaç bira içip bakışarak nasıl bir gün geçirdiğimizi düşündüp gülümsedik. Sonra ise bloğuma bu yazıyı yazmaya koyuldum yanımda bisikletim, içimde neşem ile.
Sanırım artık 2 gün sonra gelecek olan arkadaşlarıma az çok Amsterdam'ı gezdirebilecek bilgiye sahibim. Ve bu iyi hissettiriyor.
Çocukluk Hayallerimin şehriydi burası benim. Bisikletler, patates, kanallar, büyülü sokaklar, bitkiler, rengarenk laleler, kanala karşı kahve ve kurabiyeler..
Benim sevdiğim her şey bir şehire toplanmış gibiydi. Bir gün gelmek isterdim hep. Bir gün burada çalışacağımı bilmeden. Yolumun Amsterdam'a düşeceğini bisikletimi burada pedallayacağımı bilmeden. Amsterdam benim için hazırlanmış bir şehirdi sanki. Tüm büyüsü ile..
Siz şimdi diyeceksiniz ki bu blog yazısının kurşun kalem ile ne ilgisi var?
Çok sevdiğim bir kitabın sonuna yazar şöyle bir not düşüyor,
" Ben size bütün bunları olup bitmiş gibi anlattım. Oysa gelecekte olacakmış gibi de anlatabilirdim. "
Yani anlatmaya çalıştığım, bu hayat benim. Yazı yazmayı kurşun kalem ile öğrendiğim günden bu yana hayatımı da kurşun kalem ile yazıyorum..
Hayaller kuruyorum baktım hoşlanmadım siliyorum ve yenilerini kuruyorum..
Çünkü silebilirim.
Sevmezsem, hoşlanmazsam, bir şeyler yolunda gitmezse..
Yolu değiştiririm, değiştirebilirim.
Kurşun kalemler silinebilir çünkü.
Bir kurşun kalemin varsa kalemliğinde,
Bu umudun da var demektir.
4 Ağustos 2025 Pazartesi
Rüzgarlı Bisiklet ,
3 Ağustos 2025 Pazar
Kusura Bakmadım,
30 Temmuz 2025 Çarşamba
Hayallerin Ağırlığı,
Hiç dengesizleştiğiniz sevgileriniz oldu mu?
Hani yüreğinize sığdıramadığınız taşan.
Benim oldu. Bu kıymetli bişi diye düşünüyorum. Sevmek, çok sevmek, sevebilmek..
Ben hep çok sevdim insanları, sevebildim, yapabiliyorum diye de abarttım sevgimi. Yüreğime sığmadı çoğu zaman.Taştı yüreğimden. Bu da iyi bir şeydi. Taşması başka kalplere iyi gelirdi lakin abartmak bana hiç ama hiç iyi gelmezdi...
Küçükken, ki baya küçük olduğum zamanlardan bahsediyorum. Hayallerle yeni tanışıyordum, bilmeden.. arkadaşlarımla hayaller kurardık geleceğe dair. Şu şöyle olsa nasıl güzel olur? Bu böyle olsa? Şöyle bişi olur mu acaba? Nasıl özgürleştiriyordu insanı hayaller. Hele çocuksan çok çok özgürdün, güçlüydün.. büyüdükçe büyüdü hayaller.. lakin yapılmadı bir çoğu hayali kurduğumuz kişilerle.. kendi adıma söyleyebilirim ki hayalini kurduğum bir çok şeyi öyle veya böyle gerçek ettim. Diğer arkadaşlarımdan bazıları da hayallerini gerçekleştirdi. Lakin hayalleri hayalleri kurduğumuz insanlarla gerçek edememek onları hiç etkilemezken benim yüreğime ağır geldi. O zamanlarda başladı ağırlığı, şimdilerde taşınmaz bir hal aldı.. artık inancım yok yaparız diye biten cümlelere.. çünkü yapılmamış bir çok örnek var gözümün önünde. Üstelik öyle çocukluk falan da değil. Dedim ya o zaman başladım ağırlığı hissettirmeye yüreğimde ama sonra çok şeyler oldu..
Ben çabuk umutlanan bir insanım sanırım. Güzel bir düşünce atılınca ortaya bir anda çok yükselip hayaller, planlar yapıyorum. Sonra orda, ortada kalıyor o düşünce. Sadece kurulmuş cümleler olarak. Kuran insanlar kurduklarını bile unutuyorlar. Ben ağırlığını bir an bile hissetmeden duramıyorum yüreğimde. Hep bir ağırlık ama hep. Bu yüzden de inancım kalmıyor hiçkimseye.
"Bir gün şunu yaparız ?" ..
"Gideriz birlikte?"..
"Olmaz mı?" ..
"Belki olur?" ..
"Yaparız?" ..
Hiçbirine içten karşılık veremiyorum artık. Umutlarına eşlik edemiyorum. İnanmıyorum çünkü. İnanamıyorum. Söz denemez ama verilmiş sözler olarak algıladığım şeylerdi sanırım kurulan cümleler. Bu yüzdendi bu kadar ağır hissetmem. Bir şeyi birlikte yapmayı düşlemek bir nevi bunu birlikte yapacağız demek de değil miydi? Ben mi çok anlam taşıtıyorum şu hayata?..
Öyleydi işte, bana verilen sözler hiç tutulmadı..
En başında gözyaşlarına inanmıştım. Sonra yalan olduklarına. Sonra hep avutuldum. Ama hep..
Hayaller de yapılacaklar da öyle çok çok büyütülmeden olsun istiyorum.
He bir de insanlara inanmıyorum. İnanmayı bıraktım. Bir şeyi yapmak istiyorsam gerçekten istiyorsam insanları çekiyorum önümden.
"Ben yapıcam" diyorum "Dahil olun isterim. Birlikte kurduğumuz hayali birlikte gerçek edelim çok isterim ama dahil olmayacaksanız, olamayacaksanız da ben bunu yapmak istiyorum ve yapıcam.." buydu işte. Kendimden umudum vardı, istersem gerçekten istersem yapardım. İnsanlardan yana umudum yok. İnanmıyorum çünkü onların havada kalan planlarına, programlarına.
Bir şeyin ağrısını sancısını yüreğinde taşıyan neden hep ben oluyorum? Bu kadar hisler bence de bana fazla. Neden dengeli dağıtılmamış? Bazılarının insani hiçbir belirtisi yokken bazıları neden bu kadar çok hislerle boğuşmalı? Bu eşitsizlikler, dengesizlikler niye? Bu yazı niye saçma sapan her yere kaydı?
Sahi neden dağıldım?
Yeterince dağılmış ve saçma sapan konulara kaymışken "eşitsizlik" aklıma geçenlerde iliklerime kadar hissettiğim ( bu terim bu ara çok hoşuma gidiyor, çünkü böyle hislere çok çok çok hissetmek gibi bir anlam katıyor, anlıyorsunuz değil mi?) Bir şey getirdi.
"Eşitiz" dendi bana üstelik herhangi biriyle eşit olmam gibi bir ihtimal söz konusu olursa onunla eşit olabileceğim bir nokta bulmamın çok zorlu olduğu birinden geldi bu "eşitiz" denkliği.
Söylemediğim ama içimden iliklerime kadar hissettiğim şuydu;
"Eşitiz demiştin,
Çünkü ne işim olursa olsun, ne zaman olursa olsun, nerde olursan ol, bir şekilde bir yolunu bulur geleceğimi bilirsin sana..
Ben de gelmeyeceğini."
25 Temmuz 2025 Cuma
Sulanmayan "Bahçe"
18 Temmuz 2025 Cuma
Önünden Geçmek,
13 Temmuz 2025 Pazar
Defter,
Birkaç ay önce Cv çıkartmaya gittim yine bu kırtasiyeye. Ki bu kocaman olmuşum demekti.. Üniversitemi bitirmişim, iş bulmak eğilimindeyim, birkaç tane çıkarttım cv'den lazım olacağını düşünerek. Evren abla Cv'leri çıkartırken ben kendimi bir anda defterlerin orada buldum, yine.. Defterleri karıştırdım kendime göre bişiler seçmeye çalıştım. Evren abla arkamdan güldü, "bazı şeyler hiç değişmiyor, hala defterleri seviyorsun." Dedi. Ben de gülmeye başladım. Seviyorum dedim, seviyordum..
Küçükken de dolanırdım defterlerin arasında. Hala daha dolanıyorum. Yazmalarıma eşlik edecek kendime göre bir defter de bulmuşsam.
Değmeyin keyifime..
Ben hep yazdım.
Bazen özenle seçtiğim defterlere,
Bazen ders kitaplarının içlerine,
Bazen kitaplığımdaki kitaplarımın sayfa aralarına,
Bazen bloguma..
İnsan telefonu birinin eline geçse bi çekinir, utanır ya hani özel konuşmalar vardır, gizlenen eylemler, fotoğraflar.. Ben de çekinirim telefonum birinin eline geçse. Gerilirim. Almak isterim. Lakin öyle konuşmalardan, fotoğraflardan falan değil.. Telefonumun notlar kısmına yazdıklarımın okunmasından endişelenirim. Hiç hiç istemem..
Hele bir de defterime dökmüşsem içimi. Sayfası açılmaya yeltenildiğinde bile gerilirim, mani olurum hemen. Defterler özeldir çünkü, çok çok özel. Bir başkasının defteri okunmaz öyle. Okunmamalı.
Ama ben de benim defterlerimde yazılı şeyleri okumamalıyım sizin gibi. Bazı defterlerimden ödüm kopuyor mesela. En en köşe yerlere kaldırıyorum. O yazıları yazarkenki kendimle karşılaşmayayım diye hiç açmıyorum safyalarını. Hiç merak etmiyorum yazdıklarımı.. çünkü biliyorum o kadar yoğundu ki oraya yazdıklarım hala hissedebiliyorum o duygu yoğunluğunu. Sevgimi, nefretimi, özlemimi, kinimi.. Ne varsa çocuk yüreğime sığmayan sayfa sayfa taştı o defterlerdeki sayfalara ..
Bazen, konusunun açılmasını hiç istemediğim şeyleri yazıyorum.
Saklı kalmasını istediklerimi, kimsenin bilmesini istemediğim hallerimi.
Ama bazen de,
Keşke sık sık konuşulsa, duyulsa, bilinse.. dediklerimi..
Ben sadece yazıyorum ve kapatıyorum konuyu.
Yazmanın yüreğe iyi gelen bir yanı var çünkü..
Yüreğim iyi olsun diye yazıyorum.
Ve oluyor.
Ne güzel...
12 Temmuz 2025 Cumartesi
Kağıttan Gemi, İyi Masallar..
10 Temmuz 2025 Perşembe
Kupa Rafı,
9 Temmuz 2025 Çarşamba
Dalga,
" ohoo.. kocaman bir dalga geliyorr.. zıplayacağız hazır mısınız? Geliyorr.. 1.. 2.. 3 ZIPLAYIN! .."
" ŞU Gelene bakın.. Bu seferki en en kocamanı.. geliyor, geliyor, ZIPLAYINN.."
Küçüktüm, meydan okurduk dalgalara..
Yüzüme çarpsa da o dalga, gözlerimi kan çanağına çevirse de, dudaklarım mos mor olsa da saatlerce meydan okurdum. Bazen başarırdım, tam zamanında. Bazen başaramazdım. O dalga alır suya çarpardı beni. Ama sudan çıkar yeni gelecek olan dalgada yine denerdim. Yenilmek yoktu sanırım küçükken. Yine yeni yeniden denemek vardı..
Şimdi yanımda çok sevdiğim biri olsa. Veyahut sevdiğim biri olsa, ben yine meydan okurum o küçük kalbimle dalgalara. Çünkü bunu kıymetli bulurum. Sanki aynı dalgaya birlikte göğüs germek gibi.. özel olduğunu düşünürüm..
Lakin bir başıma girersem o dalgalı denize, baş edemem en küçük dalga ile bile. Uğraşamam.. Uğraşmak gelmez içimden.
Üstelik tam da şuanki yaşımda isem,
"başlarım denizine de dalgasına da" der çıkarım sudan!
Siz şimdi
Konu ne deniz, ne dalga..
8 Temmuz 2025 Salı
Uykusuzun gecesi,
Sabah ezanı okunmasına azıcık bir zaman kalmış..
Belki ben yazmayı bitirmeden okunacak. Belki okunana kadar uykusuz biri olmaktan çıkıcam ve uykuya teslim edeceğim kendimi. Gerçi ben meyilliyim teslim olmaya uykuya da, o bu gece unuttu sanırım beni almayı koynuna. Bilmiyorum..
Kulaklığımda "Ölüyoruz bir köşede" diyor 🎶 ..
Sahi ölüyoruz. Unutuyoruz da öldüğümüzü. Zaten ben bu hayatı yaşamayı da beceremedim. Bir hayat daha varsa veya paralel bir evren kesin ben orda da beceremiyorumdur.. becerememek üstüme sinmiş..
Kurulacak cümlelerim yok gibi esasında. Ne yazıyorum neyi anlatıyorum bilmiyorum. Bugün iş çıkışında herkes bitkin yorgunluktan canı çıkmış bir şekilde gitmek isterken bana şaştılar "Hayrola sana?" dediler, "bu enerji ne?" Enerjim yoktu esasında. Ne yaptığımı bilmiyordum o kadar. Genelde bilir miyim onu da bilmiyorum.
İşten çıkınca yine eve gidemedim. Nedenini yine bilmiyorum. Bir süredir giremiyorum eve. Çıktım yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm. Şarkılar dinledim, tam gözlerim doldu ordan saçma sapan bir şarkı hoop gitti gözyaşları. Ardı ardına da öyle saçma sapan.. dedim güzel dünya benden yana, dökülsün istemiyor gözyaşlarım. Döndüm dolandım. Kıyıdan kıyıdan yürüdüm. İnsanlara bulaşmadım. Tek bir insan dahi göresim yoktu. Kaçtım itina ile her birinden. Baktım kalabalık döndüm hemen sırtımı değiştirdim yolumu. Ha bu arada Dolunay yaklaşıyor. Severim Temmuz Dolunay'ını ama çalışacağım göremeyeceğim doğuşunu bu canımı sıkıyor. Canımı sıkacak konu mu kalmadı? Sizene?.
Elimden gelse sabahlara kadar girmezdim eve. Ama dayanamadı ayaklarım bunca yola. Benden habersiz tuttu evin yolunu. Ayaklarıma da geçiremedim söz. Yüreğime zaten geçiremiyorum. Ben bana söz geçiremiyorum..
Eve geldim uyuyacaktım. Noldu hatırlamıyorum. Noldu da ben bu saate kadar uyumadım hiç bilmiyorum. Uyumaya niyetliydim de. Uykunun şefkatle beni kucaklayacağını düşünerek girmiştim eve. Uyuyayım demiştim. Uyuyayım da sabah olsun. Sabah oldu olacak. Ben uyumadım. Ama uyumalıydım. Birazdan gün ağarmaya başlayacak. Şiş gözlerimi görmemeli kimse. Hoş görecek kimse de yok da konumuz bu değil. Sabah olacak ve tüm canlılar günü selamlamaya başlayacaklar. Birer birer uyanacaklar ve çıkacaklar gecenin o şefkatli kollarından. Seslerini duyurmaya başlayacaklar hayata. Benim yeni bir günü selamlamaya gücüm yok. İsteğim? O da yok. Ben uyuyayım istiyorum sadece. Bir süre uyanmasam da çok güzel olur aslında ama..
Gün ağarmaya başlıyor.. ben bir yıldız olmayı düşlemişken bugün.. yıldızlar birer birer yok oluyor...
Bu yazıyı hemen noktalamalıyım. Başım ağrıdan çatlayacak. Üstelik uyumak istiyorum. Yeni bir günü karşılamak istemiyorum..
Kulaklığımda Hirai Zerdüş "Yara bere" çalıyor.
Öyle.
5 Temmuz 2025 Cumartesi
Gece, (sancısız)
Aslında "gece" olmayacaktı bu yazının konusu.. Gitmek olacaktı, gidememek olacaktı.. Lakin ağrısı bol bir yazı olur gibi hissettim. Daha az ağrılı bişi olsun dedim. Dedim de uzaklaşamadım çok hissettiklerimden. "Gece" olsun dedim. Sanki "gece" sancısız bir yazı olmayı başarabilecekmişcesine..
Geceleri nedense gündüzlersen çok sevdim. Gece ne yapmak istiyorsan onu yapmak için ideal bir zamandı bana kalırsa. Küçükken hiç uyumak istemezdim bana uyumam gereken saat söylendiğinde. Uyunması gereken vakitse, neden herkes uyanıkdı? Seste de uyuyamam zaten. Biraz inadımdan biraz sesten bir türlü dalamazdım uykuya. Sağa sola döner dururdum yatakta. Odaya biri girdi mi uyuyor numarası yapardım. Sonra herkes için uyku saati nihayet gelirdi, uyku için hazırlanılırdı, televizyon kapanırdı, ışıklar kapanırdı. Uyumak, uykuya dalmak için her şey hazır olurdu. Uykuya dalarlardı hiç zorlanmadan. Şaşardım. Benim uykuya dalma sürecim genel olarak hep zorlu olmuştur. Kafasını yastığa koyar koymaz uyuyanlara hep imrenirdim. Keşke, derdim ben de yapabilsem. Olmazdı. Olduramazdım. Sesler ilişirdi kulağıma, ortalık karanlık ama yine de uyuyamazdım. Kalkardım yavaştan sıyrılırdım yataktan. Bahçeye çıkardım.
Hele yaz sabahları bilinçsizce erkenden uyanırdım. Bahçede kuş sesleri. Anlamaya çalışırdım; kumrular? uyanmış, kırlangıçlar? uyanmış, martılar? uyanmış, kediler, köpekler, böcekler, karıncalar,çekirgeler.. herkes uyanmış. İşte derdim doğa çoktan uyanmış. Sessizce mutfağa girer kimseyi uyandırmadan bir bardak kahve yapmayı başarıp da çıkmış olabilirsem bahçeye, o gün şanslı günümde olurdum.
Şimdilerde hala severim sabah uyanmayı. Ama hep uyanmam. Uyku, canım uyku. Hep daha sarıp sarmalayıcı zanımca. Geceler boyu nasıl da kucak açıyor bir dünya dolusu insana. Nasıl da sarıp sarmalıyor.. he düşünecek olursam şöyle de bir soru beliriyor zihnimde, "ee her kese kucak açan bu uyku bir sana mı açamıyor, bir seni mi alamıyor içine?" Diye. Ama öyle düşünmüyorum. O, o kucağı herkese açıyor. Belki bazen de açmıyor bilemiyorum. Düşünmek de istemiyorum bunu. Her şey değişebilir. Hissettiklerim ve düşüncelerim buna dahil. Lakin ben gecelerin yalnızlığını seviyorum. Herkes bilmez zira bunun tadını.
Belki bu yüzden "gece" olsun istedim bu yazının konusu. Ne kadar sancılarım, ağrılarım olursa olsun içinde. Yine de sevdiğim, her şeyiyle.
Her şeyiyle sevdiğim diğer sevdiklerim gibi.
Yani "gece" güzel
"gece" can.
3 Temmuz 2025 Perşembe
Merdivenlerde Ağlamadım,
Dün işteyken oturup merdivenlerde ağlama fikri bir an o kadar mantıklı geldi ki.. nolurdu sanki oturup ağlasam? Arkadaşlarımla konuşurken "merdivenlerde oturup ağlasam olur mu?" dedim. "Olmaz" dediler. Eve gidince ağlarmışım. "Evde de ağlayamıyorum" dedim. "Omzumda ağlarsın" dendi. Ağlayacak bir omuzum varmış. Nasıl güzel..
"Bunu ben alayım," dedi
“Öyle ama ölecek,” dedi tekrar.
Durdum. Ne demek istediğimi anlatmak istedim. Kastettiğim çiçek değildi zira, kadının yüreğiydi.
Gözlerim doldu, sesim titremeye başladı.
“Çiçek değil…
Çiçek de güzel ama…
Ben yüreğinizi kastetmiştim.” dedim ağlamaklı bir sesle..
Gülümsedi, teşekkür etti.
Dolmuş olan gözlerime hakim olamadım. Oracıkta akıverdi. Kadın gözlerime baktı bir süre. Asla gözlerimizi denk getirmedim. Çiçeğini uzattım.
Dün merdivenlerde oturup ağlamak doğru bir haraket gibi gelmişti. Bugün kasada öylece gözyaşlarımın dökülmesi ve mani olamamam da acayip yanlış geldi. Lakin sevindim, mutlu oldum. Hiç bilmesek de bir yerlerde çiçekler kurumasın, ölmesin diye çabalayan birileri vardı.. biz hiç bilmesek de Evren'de biz solup gitmeyelim diye bir şeyler yapıyordur, belki..
O an, kimse bilmiyordu ama bir çiçek kurtuluyordu belki,
Hayata..
1 Temmuz 2025 Salı
Park,
28 Haziran 2025 Cumartesi
İnsanların Kıyısından,
24 Haziran 2025 Salı
Her Ay'a bir kitap 2: Bazen Bahar
13 Haziran 2025 Cuma
Aslında bu bir veda..olacaktı.
Aslında bu bir veda..olacaktı.
Hesap ödemek için kasada beklerken çocuk neşesiyle gülümseyerek el sallayarak bana doğru yürüdü ve gayet içtenlikle kurdu cümlesini,"Yine bekleriz, her zaman gelin, bekleriz"
Çocukça bir gülümseme belirdi yüzümde,
"Yine gelirim, her zaman gelirim"
"Tekrar afiyet olsun" dedi diğer müşterilerle ilgilenmek için ilerlerken.
Her zaman gelirim cümlesini kurarken kasadaki beyle göz göze geldik. Gülümsedi "daha yeni başladı, acemi ve heyecanlı " dedi. Zaten geldiğimi ve geleceğimi bilir gibi.
Bu bir veda olacaktı. Yine gelecektim belki ama eskisi kadar düşmeyecekti yolum. Kendime yeni yeni yollar çizecektim. Güzel günleri beklemeden kalkıp ben gidecektim. Yol öğretirdi, yeni yeni hayaller kurmayı en başta. Ben de öğrenecektim. Öğrendikçe yeşerecekti içimdeki çiçekler. Bahar gelecekti hem de ben böyle olduğum için gelecekti bahar. Ben getirtecektim. İçim buruk çıkmıştım yola. Bir vedanın hüznünü taşıyarak, vedaya hazırlanarak 2 saat yol gelmiştim.
Birden bire içimin çiçekleneceğini bilemezdim "Aslında gelmem" demek yerine "Yine gelirim" demiştim. Üstelik "her zaman gelirim" diye de eklemiştim. Birden bire olmuştu. Ben onca saat buruk bir vedaya hazırlanırken hayat vedaya gerek olmadığını göstermişti bana. Üstelik kelimeler bir anda dökülmüştü ağzımdan, hiç farketmeden.
Güzel olan şeyler bekleyince değil beklemeyi bıraktığında ansızın gerçekleşiyordu..
Dedim ya, bu bir veda olacaktı.
Ama sanki yeni bir başlangıçtı..
2 Mayıs 2025 Cuma
Her Ay'a Bir Kitap 1 : Fahrenheit 451
"Düşlerin olmadan her yer uzaktır." demiş hiç tanımadığım biri,
çok iyi tanıdığım ve çok sevdiğim biri de
"Okudukça düşlerine hayallerine ulaşırsın. Okyanuslar gezer, insanlar tanırsın." demişti,
yıllar yıllar önce...
Selçuk'a gitmek uzun zamandır vardı aklımda. Bir türlü denk gelip planlayamadık. Sonra bir anda arkadaşıma gitsek mi dedim, gidelim dedi ve koyuldum planlamalar yapmaya. Sonra bir anda uzun zamandır ötelediğim kitap serüvenini yapmak geldi içimden. Dedim Selçuk veya Şirince güzel bir başlangıç olur :)
İtfaiyeciler günümüzde yangın söndürme işini yaparlarken kitapta itfaiyeciler yangını söndüren değil yangını çıkartan olarak kurgulanmışlar. İlk dikkatimi çeken konu bu olmuştu. Şaşırmıştım nasıl yani demiştim? Öyle bir devlet düzeni kurulmuş ki kimsenin kitap okuması istenmiyor. Kitapların mutsuzluğu arttırdığı düşüncesi yaygınlaştırılmış ve insanlar mutsuz olmak istemedikleri için kitap okumuyorlar. Devletçe de sadece eğitim kitapları okumak serbest bırakılmış ve diğer kitap türlerini evinde bulundurmak, okumak, okutmak.. yasaklanmış. Evlerinde bu tür kitap bulunduran insanların evine baskın yapılarak kitaplar itfaiye çalışanları tarafından yakılıyor ve insanlar hakkında soruşturma başlatılıyor.
Şiir kitapları hüzünlendirir, Romanlar insanları hayal kurmaya iter oysa tek tip insan yaratmak isteniyor. Farklılaşmanın olması devlet büyüklerinin insanları kontrol altında tutmasını zorlaştırır ve bu istenmiyor. Devletin bir kolu olan itfaiyeciler toplumun huzuru ve mutluluğu için çalışıyorlar, kitabın ana karakteri olan Bay Montag bu çalışanlardan sadece biri.
Kitapta beni çok etkileyen şeylerden bir diğer şey tüm zorluklara rağmen kitaplar okuyan bir grubun her üyesinin kitapları ezbere biliyor oluşuydu. Eğer itfaiye çalışanları kitaplarını yakmaya gelirse her bir insan bir kitabın yerine geçip kitapların varlığını yaşamları boyunca sürdürecek sonrasında ise yeni insanlara aktaracaklardı. Bir kitap ezberi ile başlayıp ezberleyebildikleri kadar çok kitap ezberleyerek bir çok kitabın varlığını devam ettirebilmek için tüm benlikleriyle çalışıyorlardı.
Hiç tanımadan hediye etmiş olduğum kişinin de benim sayemde kitaplığında var olacak bu kitap.
Nasıl güzel.. :))
29 Nisan 2025 Salı
Fernweh 🕊🕊🕊 / 🚲
"Bir de kuşlar var hakim bey; Her şeyin başı onlar. Onlar koyuyorlar özgürlüğü insanın aklına.." diyor yazar ve ekliyor;
"Eklemeyi unuttum hakim bey! Bir de baharlar var, Ne zaman her şeyi bırakıp öldüysek, O yine dirilmeyi, renklenmeyi öğretti. Baksanıza her yer çiçek.."
İnsanlarla göz teması kurmayı sevmem dikkatimi çeken herhangi bir cümle kurarlarken gözleri ile temas halinde isem o bakışları zihnimde kalır; korkuyorum, üzgünüm, ne yapacağım bilmiyorum... Sevdiğim insanların mutluluklarının değil hüzünlerinin zihnimde kalıyor olması bana kötü hissetiriyor ve bu yüzden de insanların gözlerine bakmayı çok fazla sevmiyorum. Ama artık zihnimden temizleyebiliyorum gibi bakışları ama konumuz bunlar değil. İnsanların kurdukları cümleleri düşünüyor kendimce muhakeme ediyorum. Bu da sevdiğim özelliğim. "Göğe bakmak" ve "Kendi içimde muhakeme yapmak" kıyasıya kapışırlar.. Konu en sevdiğim özelliklerime nasıl geldi bilmiyorum. :D ve asıl meseleye dönüyorum.
Özetle yüreğimde asla kendimi bir yere ait hissetmeme duygumu açıklıyordu sanki. Hep uzakları özlüyordu yüreğim. Hiç gitmediğim, insanlarını bilmediğim, yüreklerini tanımadığım, sokaklarını yürümediğim, bisikletimle dolaşmadığım, oturup bir kafe de kahve içmediğim, sahaflarını gezmediğim, kıyılarındaki hayatı imrenmediğim, insanlarını tanımaya çalışmadığım.. Hep başka diyarlar geçiyordu içimden. Gitme düşüncesi sarsa da tüm benliğimi, ben kalıyordum. Bu benim seçimim olmadığından daha bir dayanılmaz oluyor mutsuzluğu, hüznü..
Bisiklet dövmesini de beni bilen anlar,
Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk
Her Ay'a bir kitap 3: Dünyayı Bisikletle Dolaşan Çocuk Güneşin doğumuna eşlik ettiğim bir günde yazayım istedim bu yazıyı. Bu yüzden ki...
-
"Bir de kuşlar var hakim bey; Her şeyin başı onlar. Onlar koyuyorlar özgürlüğü insanın aklına.." diyor yazar ve ekliyor; "Ek...
-
Gece yazmaları mı? Gece kusmaları mı? Yazmak her zaman iyi gelen şeydi bana, yüreğime.. Kendimi konuşarak ifade edebileceğimden ...
-
En uygun "an" şu an! Çocukluğumdan beri diyeceğim ama hala çocuk sayılırım (22 yaşında olmam bişi değiştirmez.) ama hangi yaşlar ...
-
Uykusuzun gecesi, Sabah ezanı okunmasına azıcık bir zaman kalmış.. Belki ben yazmayı bitirmeden okunacak. Belki okunana kadar uykusuz biri...
-
Saatlerdir önümde açık duran blog sayfasına sonunda bir şeyler yazmaya başlıyorum. Ama asıl mesele yazmaya başlamak değil, yazmayı bitirmek...
-
Son "Eylül" akşamı, Bu bir "Eylül" yazısıdır. Yayınladığımda tarih "1 Ekim" i gösterse de inanmayın sakın. Zir...
-
Günaydın diyerek başlanır mı bir yazıya? Neden başlanmasın diyor içimden bir ses. Burası benim blogum, arşivim, dünyam.. Ben neyi nasıl iste...
-
"Kaç şey paylaşılabilir bir park'la?" Bu soru gelmişti yazımızın "park" konulu olacağını söylediğinde ablam. Sahi k...
-
Sulanmayan Bahçe, Müstakil bir evde büyüdüm ben. Kendimi şanslı bulduğum ender şeylerden biridir bu. Bahçemizde ben küçükken 7 tane erik ağ...
-
Kupa rafı, Tek bir şey geliyordu kupa denince benim aklıma. Lakin tek yazan ben değildim bu konu üzerine. Neyi hatırlatacaktı; çayı kahveyi ...